Lefkoşa
Geçen cuma, Lefkoşa’nın Rum tarafında oturan bir arkadaşımın adresine, adıma, taahhütlü posta ihbarı geldi. Ledra Sokağı’na bakan surun üzerindeki postaneye gittim.
Kâğıdı bankodaki Rum’a verdim. Homurdanarak gitti ve elinde küçük bir paketle geri döndü.
“Kimliğinizi görebilir miyim?”
Kıbrıs Türk kimliğini çıkartıp verdim.
“Bunu kabul etmeyiz,” dedi. “Başka bir kimliğiniz yok mu? Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği?”
Başka kimlik yok, dedim.
“O zaman paketi size veremem.”
Neden?
“Kıbrıs devlet dairelerinde sadece Kıbrıs kimliği geçer,” dedi.
Guatemalalılardan da mı Kıbrıs kimliği istiyorsunuz?
Omuz silkti.
Boşuna olduğunu bile bile postane yöneticisi kadına gittim ama o da aynı şeyi tekrarladı.
“Başka bir kimlik getir,” dedi. “Bu kimlik geçmez. Paketi iade edeceğiz.”
Bu doğru değildi. Az önce Türk tarafından Rum tarafına aynı kimliği Rum polisine göstererek geçmiştim. Binlerce Türk, her ay, bu kimliklerle Rum tarafına geçiyordu. Üç-dört ay önce başka bir Rum postanesinden aynı kimlikle paket almıştım.
Bu bir tarafa, postane pasaport kulübesi değildi. Postadan paket almanın vatandaşlıkla veya kimlik kartını kimin verdiği ile alakası yoktu.
Bunu onlar da biliyordu ama bal gibi ayrımcılık, sırf Türk olduğum için domuzluk yapıyorlardı.
Bana yabancı olmayan bir tavırdı bu.
İngilizler adayı terk ettikten sonra kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti 1963’te toplumlar arası çatışmaların başlamasıyla Rumlara kalmış, Türkler çoğunlukta oldukları bölgelerde gettolarda yaşamaya zorlanmıştı. Rumlar, Türkleri adadan gitmeye zorlamak için, katliam dahil her yöntemi deniyorlardı.
Sanırım 1964 idi. Pasaportumu kaybetmiştim. Pasaport dairesine gidip kuyruğa girdim. Sıram geldiğinde Rum memur “Ne istiyorsun?” diye sordu.
Pasaportumu kaybettiğimi, yeni bir pasaport almak istediğimi söyledim.
“Siz Türkler hep pasaport kaybedersiniz!” dedi arkamda uzayan kuyruğa işaret ederek. “Yeniden sıraya gir!”
Başa gittim. Birkaç saat sonra sıram geldiğinde ikimizden başka kimse kalmamıştı.
“Yarın gel,” dedi. “Bugün mesai bitti.”
Havaalanında diğer bütün yolcular serbestçe geçer, Türkleri bir tarafa ayırıp bavullarını didik didik ararlar, keyiflerine gelen eşyaya el koyarlardı.
Bir defasında bavulumda arkadaşıma Ankara’dan getirdiğim bir şişe rakı vardı.
“Bunu geçiremezsin,” dedi Rum memur.
Bir şişe hakkım var dedim.
“Gümrük ödeyeceksin,” dedi.
Ne kadar?
Astronomik bir rakam söyledi. Şişeyi ona bırakıp gideceğimi sanıyordu. Ödüyorum, dedim, sırf ona o zevki tattırmamak için. Ödedim ve çıktım.
İki toplumu ayıran sınır açılıp, iki bölge arasında geçişler serbestleştikten sonra candan Rum dostlarım oldu.
Ama biliyorum ki Rum tarafı yabancı bir ülkedir ve orada yaşayanların çoğu postanedekiler gibidir. Irkçı, katı, nefret dolu, tövbe etmez, suçunu kabul etmez, hayat hakkı tanımaz. Kıbrıslı Türklerin “Assıl Gara Gavur” dediği cinsten.
Ve, yeni baştan onların bıçak bizim et olmamamız için, en iyi çözüm olabildiği kadar gevşek bir federasyonda yaşamaktır.
Bazı sağcı Rumların dediği gibi:
Biz burada, siz orada.