Araziye uyup otosansür uygulamadığı için Hürriyet’in işine son verdiği köşe yazarlarından Cüneyt Ülsever “otosansür” uygulayıp “araziye uyan” gazetecilere kızan bir yazı yazdı.
Gazetecinin, başına sopa ile vurulmasına gerek kalmadan, kendi kendine uyguladığı sansüre otosansür denir. Bir gazeteci “Nasıl olsa basmayacaklar onun için yazmayayım” dediğinde otosansür uygulamış olur. Buna adi otosansür de diyebiliriz.
“Bu yazıyı yazarsam hem basmayacaklar, hem de beni işten atacaklar” ise otosansürün son mertebesidir. Pirliği.
Her ne kadar otosansür gazetecinin kendine uyguladığı sansürmüş gibi görünse de, değildir. Neleri yazamayacağı, kimlere dokunmaması gerektiği, dolaylı veya dolaysız olarak ona söylenmiş veya ihsas edilmiştir. Otosansür, otomatik viteste, bu parametrelere göre yazmaktır. Oto moto değildir, yani. Basbayağı sansürdür.
Amerikalı romancı Paul Auster hapis gazeteciler ve yazarlar yüzünden Türkiye’ye gelmeyi reddedince Erdoğan’dan tipik sayılabilecek bir tepki aldı.
Dalga geçme, hakir görme, kafa tutma karışımı bir tepki.
“Ah, biz sana çok muhtaçtık, niye gelmedin? Aman gel. Gelsen ne olur, gelmesen ne olur yahu?
Türkiye itibar mı kaybeder?”
Bu sorunun, Başbakan’ın muhtemelen umurunda olmayacak olan cevabı evettir.
Auster ABD’nin en ünlü yazarlarından biridir. Kitapları, Türkçe dahil, 33 dile çevrildi. Hapiste yatan gazeteciler ve yazarlar yüzünden Türkiye’ye gelmeyi reddederse Türkiye itibar kaybeder.
Belki hapiste yatan gazeteciler ve yazarların anavatanı olan Doğu’da değil ama bu işleri arkada bırakmış olan Batı’da.
Erdoğan dindar gençlik yetiştirmek istiyor. Büyüklerine isyankâr olmayan, milli, manevi değerlerine bağlı, uysal, çağdaş bir nesil.
Kendine bol şans dilerim. Ama bilmesi gerek ki bu tür projeler bugüne kadar hep totaliter ülkelerde uygulamaya konuldu. Ve hiçbir zaman başarıya ulaşmadı.
Bu gerçek geleceği kontrol edebileceklerini sananlar için hiçbir zaman caydırıcı olmadı. Yöneticiler belli bir güven ve kibir düzeyine ulaştılar mı her şeyi yapabileceklerini sanırlar.
Tarih ise “Çoğu denedi, kimse başaramadı” diyor.
Sovyetler Birliği çökmeden önce, Ruslar da dinsiz nesiller yetiştirmeye çalışmışlardı.
Ne oldu? Sovyetler Birliği dağılır dağılmaz, Rusya’da ve bütün Hıristiyan Sovyet ülkelerinde, kiliseler, hiç kapanmamış gibi, dolup boşalmaya başladı.
Göbekli piskoposlar, büzüldükleri yerlerden çıkıp ipek elbiseleri, altınları ve elmas ve yakut yüzükleri ile cumhurbaşkanlarının yanında poz verir oldular. Çanlar, hiç susmamış gibi, çalmaya devam etti.
İnsanın yoldaşı, kahkaha değil gözyaşıdır. İnsana derinliğini veren yaşadığı hüzün, çektiği çiledir.
Her şey, içinde, yok olacağı anı barındırır. Kayıp veya kaybetme endişesi sürekli yoldaşımızdır. Bunun, bilerek veya bilmeyerek, herkes farkındadır.
Devamlı bir şeyler kaybederiz veya bir şeylerin kaybolduğuna şahit oluruz.
Hüzün bunlara verdiğimiz tepkidir ve insan olmanın bir sonucudur.
İnsan var olduğundan beri bilinen ve böyle anlaşılan bu durum son zamanlarda dünya çapında bir ruh hastalığı haline getirildi.
Hüzün isim değiştirerek “depresyon,” nitelik değiştirerek hastalık oldu.
Ülkemizde antidepresan ilaç kullanımı rekor bir hızla artıyor. Bunun en büyük nedeni depresyon hastası olmayanların, şu veya bu nedenle derin bir hüzün, yeis veya keder içinde olanların da antidepresan almalarıdır.
Bunun arkasında da son altmış yılda psikiyatriyi egemenliği altına almış olan yanlış bir anlayış var: Bu anlayışa göre ruh ve akıl hastalıkları beyin hastalıklarıdır ve bu hastalıkları ilaçla tedavi etmek mümkündür. Bu anlayış halka o kadar iyi satıldı ki Panadol nasıl baş ağrısını geçirirse antidepresanlar da depresyonu geçirir sanılıyor. Bu son derece yanlıştır.
Gerçek depresyonla insanlık hallerinin doğurduğu ruh çöküntüleri farklıdır. Her iki durumda da insan aynı şeyleri hisseder. Aşırı keyifsizdir, normalde zevk aldığı sosyal aktivitelerden kaçar, iştahını kaybeder, uyku sorunları yaşar, enerjisini kaybeder, kendini değersiz hisseder, düşünme ve hareket etmesi zayıflar, hatta ölüm düşünceleri düşünür.
Ama insanlık hallerinden gelen depresyon bir süre sonra kendiliğinden geçer. Klinik depresyon daha ağırdır, kolay kolay geçmez, kroniktir, tekerrür eder.
Eşit derecede etki
Normal insanlık hallerinin yarattığı depresyon dolayısıyla antidepresan almak,
Antidepresanların en tehlikeli yan etkilerinden biri intihar düşüncelerine yol açmalarıdır.
Depresyonu kaldırıp insanı normal haline döndürmeyi amaçlayan bir ilacın intihar düşüncelerine yol açması bir çelişkidir. Bu nasıl olabilir, diye sorabilirsiniz. Bu sorunun cevabı bilinmiyor.
Antidepresanların intihara yol açabileceği, psikiyatri literatürüne 1990 da girdi.
Prozac’ın piyasaya çıkmasından kısa bir zaman sonra idi. Bu ilacı alan beşi kadın bir erkek depresyon ve şiddetli anksiete hastası altı kişi üzerinde bir araştırma yapıldı. Hastalardan bazıları Prozac’a başlamadan önce de zaman zaman intihar etmeyi akıllarından geçirmişlerdi. Araştırmaya göre, Prozac’a başladıktan sonra sürekli olarak intiharı düşünmeye başladılar.
Kamuoyundan gelen baskı üzerine, Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu FDA ilaç şirketleri tarafından yollanmış araştırmaları inceledi. Ve endişe verici bir bulguya ulaştı: Antidepresanlar intihar düşüncelerine neden oluyordu ama çocuklarda ve gençlerde.
Derinin dışına fırlamak...
Ülkemizde, reçeteli, reçetesiz, leblebi gibi antidepresan alınıyor. Bu çok sakıncalıdır. Antidepresan, muhakkak, doktor gözetiminde başlanmalı ve bırakılmalıdır. İlacı bırakmak hastaların yüzde yirmisinde “yoksunluk belirtileri” olarak adlandırılan bazı olumsuz hallerin belirmesine neden olur. Mideye kramp girmesi, ishal, bulantı, kusma, baş ağrısı, uyku bozukluğu, baş dönmesi, bulanık görme, uyuşma, elektrik çarpmış gibi olmak, kasların gayri ihtiyari oynaması, titreme, bu belirtilerden bazılarıdır.
Ayrıca, ilacı aniden kesmek depresyon ve anksiete duygularının depreşmesine neden olabilir. İlaç yoksunluğunun neden olduğu bu durumu hasta, yanlış olarak, depresyonun nüks ettiğine yorarak tekrar ilaca başlayabilir. Antidepresan bağımlığının bir çeşidinin nedeni budur. Özellikle çocuklar ve gençlerin, kesinlikle, gözetimsiz antidepresan ilaç almaması gerekir. Çünkü:
- Antidepresanların çocuklarda ve gençlerde intihar eğilimini artırdığına dair araştırmalar var. (Bu konuyu ayrıntılı olarak yarınki yazımda anlatacağım.)
-Antidepresanlar, bazı kişilerde, hem kendilerine hem de başkalarına yönelik şiddet eğilimini artırır.
Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu FDA 2006’da serotonin
Beyinde milyarlarca sinir hücresi vardır. Olağanüstü karmaşık ağlar oluşturan bu hücreler birbirleriyle sürekli ilişki halindedirler.
Tipik bir hücrenin tel tel uzantıları vardır. Hücre bu uzantılar aracılığıyla diğer hücrelere sinyal yollar ve onlardan sinyal alır.
Bu sinyallerin, yollanıp alınırken, hücreleri birbirlerinden ayıran minik boşlukları aşması gerekir.
Bir sinir hücresi bir başka sinir hücresi ile ilişki kurmak istediğinde bir kimyasal salgılar. Bu kimyasal iki hücre arasındaki boşluğu geçer ve diğer sinir hücresine tutunur. O hücreyi faal hale getirir veya faaliyetini engeller. Daha sonra yollayan hücre kimyasalını geri alır veya kimyasal metabolize edilir.
Bu mekanizma gözlemlendikten sonra bir tez ortaya atıldı: Dendi ki depresyon, şizofreni, bipolar, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gibi bozukluklar beyindeki bu kimyasalların anormalliğinden, dengesizliğinden meydana gelir - TİRE dopamin adlı kimyasalın azlığı şizofreniye neden olur, serotonin azlığı ise depresyon nedenidir.
Konumuz depresyon olduğu için serotonine yoğunlaşmak istiyorum. Gerçekten, yaygın olarak iddia edildiği gibi, depresyon serotonin eksikliğinden mi meydana gelir?