Aşağıdaki yazıyı Cumartesi günü yayınlamak üzere yazmıştım. Bu yazıyı size veda yazısı olarak sunmak istiyorum. Bir gün başka bir yerde veya başka bir şekilde buluşmak umuduyla...
Bir ülkede, bir kişi, bir bir saydı
Bir duvar var, yıkılmıyor.
Bir şarkı var, duyulmuyor.
Bir mesaj var, ulaşmıyor.
Bir dağ var, aşılmıyor.
Bir sevgi var, paylaşılmıyor.
Bir cennet var, gidilmiyor.
Dünya kifayetsiz muhterislerle doludur ve bunlar her yerde hak etmedikleri konumlardadırlar.
Meclis’te, bakanlar kurulunda, bürokraside, askerde, büyük şirketlerde, küçük şirketlerde, üniversitelerde, okul sıralarında... Hayatın her yolunda karşınıza çıkarlar.
Her yer “Buraya nasıl gelmiş,” diye şaştığınız, insanlarla doludur.
Neden akıllı ve bilgili kişiler alt kademelerde boğuşurken akılsız ve cahiller hızla basamakları tırmanır?
Geçen gün bir okuyucumdan aldığım iletiden sonra bu muamma çözüldü.
İleti Dunning-Kruger etkisinden bahsediyordu... Eminim duymuşsunuzdur.
Özetle şu: “Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.”
FATF, bankaların terör finansmanı ve kara para aklanması için kullanılmasını önlemek amacıyla kurulan uluslararası bir örgüttür.
Terörden en çok zarar gören ülkelerden biri olarak Türkiye bu kuruluşun en sadık üyelerinden biridir.
Doğru mu, yanlış mı?
Yanlış.
Türkiye’nin, terörün finansmanı ile mücadele etmek için yüklendiği önlemleri almadığı için, FATF’la (Türkçe açılımı ile Mali Eylem Görev Gücü) ilişiği kesilmek üzeredir.
Hoş değil mi? Ülke terörden kırılıyor. PKK’nın eylemlerini finanse etmek için uyuşturucu ticareti yaptığı ileri sürülüyor. Ortadoğu kilometre kareye en çok terör örgütünün düştüğü bölge. Ama hükümet terörün finansmanına, terör örgütlerinin paralarına el konmasına karşı yasal önlem almamakta ısrar ediyor.
Bunu kim açıklayacak?
Doublespeak, amacı kandırma veya kafa karıştırma olan konuşmadır. Double=çifte. Speak=konuşma. Belki “ikili konuşma” olarak çevrilebilir.
Asıl söylemek istediğini kafa karıştırıcı sözlerin altına gömenler. Gerçeği gizleyip yanlış izlenim yaratanlar. Aynı anda hem öyle hem böyle diyenler. Söylemek istediğini ortaya iki anlam çıkacak kadar karışık anlatanlar... Doublespeak (dabılspik okunuyor) yapıyor.
Doublespeak politikacıların, özellikle AKP sözcülerinin, en büyük uzmanlık sahasıdır.
Bir örnek:
Erdoğan PKK’lılarla kucaklaşanlarla konuşmayacağını açıkladı. Ama Kürt sorununu çözmek için Abdullah Öcalan’la müzakereye hazırmış. PKK’yı kuran, yapabilse bütün PKK’lıları teker teker kucaklayacak, binlerce kişinin ölümüne neden olan bir hareketi başlatan Öcalan’la konuşabilirmiş. Ama, bir BDP milletvekili, dağ başında bir PKK’lıyı kucakladı diye BDP ile asla konuşmazmış.
Bunda mantık gören varsa bana da haber versin, lütfen.
Güneydoğu sorunu, PKK, BDP, KCK, Öcalan, Karayılan, hapiste açlık grevi yapanlar, yapmayanlar aynı uzvun hücreleridir. Sorunu müzakereyle çözmek istiyorsanız, kimin kimi öptüğüne bakmadan, bunların hepsiyle ya da hepsini temsil eden bir grupla
Bazen, söylenmeye değer her şeyin çok eskiden söylendiğini düşünüyorum. Eski Ahit “Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır,” yazıyor. *
O zaman da öyleydi, bu gün de, yarın da ve her zaman böyle olacak.
İhtiras zamanı var, ihtirastan arınma zamanı var.
Kazanma zamanı var, kaybetme zamanı var.
Biriktirme zamanı var, dağıtma zamanı var.
Alma zamanı var, verme zamanı var.
Ağırlaşma zamanı var, hafifleme zamanı var.
Tarihi değişim çığa benzer. Başlangıç noktası karla kaplı, yekpare bir dağ yamacıdır. Bütün değişimler karın altında meydana gelir ve gözle görülmez. Ama bir şey geliyor. İmkânsız olan, ne zaman geleceğini bilmektir.
Bu sözler ünlü İngiliz tarihçi Norman Davies’e aittir.
Bence içinde bulunduğumuz durumu çok iyi tarif ediyor.
Kürt sorunu, Suriye ve Ahmet Davutoğlu’nun çevremizi kızgın devletlerle çevreleyen romantik ve acemi dış politikasının yarattığı bir dağın eteğindeyiz. Bu sorunlardan herhangi biri veya üçü birden bir çığa dönüşebilir.
Yüzeyin altında birçok şey olmakta ama bunları çoğumuz görmemekte. Hiçbir şey olmamış gibi rutin kavgalarına devam eden politikacılar, gündemle ilgisi olmayan gündemler, bizi uyutuyor.
Ama bir şey geliyor.
Dünyanın en büyük kimyevi silah stoklarının Suriye’nin elinde olduğunu biliyor muydunuz? Ve devletin elinde sivil halka verecek bir tek gaz maskesi olmadığını?
Hayatta kendime öğrettiğim derslerden biri, kaybolan şeylere, can değilse, üzülmemektir.
Boşanmalar, yer değiştirmeler, ekonomik krizler, arkadaş kazıkları, savaş; maddi durumumun kâr hanesinde yazılı birçok şeyin zarar hanesine geçmesine neden oldu. Evler, kitaplar, bugün yanına bile yanaşmam mümkün olmayan tablolar, halılar, kristal bardaklar, antikalar; hata, yanlış seçim ve şanssızlık çığlarının altında kaybolup gitti.
Umurumda bile olmadı, açık söylemek gerekirse.
Belki, karakter olarak, maddiyata fazla önem vermememin bunda rolü var. Maldan mülkten vazgeçmek, kazancımı kendime değil sevdiklerime harcamak bana zor gelmiyor. Bu nedenle muhtemelen hayatım düşkünler evinde sona erecek, ama, ne demişler? Kişiliğin neyse kaderin odur.
Ölürken yanında götüremediğin hiçbir şey senin değildir. Ha önce kaybetmişsin, ha sonra.
Geçen hafta, daha bir yılını doldurmamış olan MacBook Pro’m çökünce, kendi kendime, “Hadi gözün aydın, bu defa da yazdıklarını kaybediyorsun,” dedim.
Hard disk bozulmuştu ve değiştirilecekti. Ama hafızadaki yazıların kurtarılıp kurtarılmayacağı kesin değildi.
Türk Hava Yolları’nın havaalanındaki bilet gişesinin önünde bir kişi vardı. Arkasında kuyruğa girdim.
Az sonra aralarında konuşan iki erkek, telaşla geldi. Ceketli kravatlı olanın elinde bir e bilet vardı. Diğeri, asık suratlı ve hödük tavırlı olanı, onun refakatçisi olmalıydı. Kravatlı olanı solumda ve biraz arkamda durdu. Hödük, gişede işini görmekte olan kişinin sağında, benim önümde mevzilendi.
Bu şekilde bir kütle meydana getirdik.
Eğer bir veya birkaç kişi daha gelirse, kimin kimin arkasında olduğunu bilemeyecekleri için kendilerini rastgele kütleye ekleyecekler. Sıraya girme kültürü veya eğilimine sahip olsalar bile, sıraya giremeyecekler çünkü kimin arkasında duracaklarını bilemeyecekler. Çünkü sıra yok. Kütle var.
Onlardan sonra gelenler de sıraya giremeyecekleri için kütle büyüyecek. Kütle ile birlikte kargaşa da büyüyecek.
Bu olgu bir hipotez oluşturuyor: Genel bir kural olarak, bir mal veya hizmetin sıra ile satıldığı mekanlarda Türkler sıra meydana getirmez, kütle meydana getirir.
“Sıra kültürü olmaması”, terbiyesizlik, saygısızlık veya hödüklüğün bu olguda baş rol oynamadığını sanıyorum. Her ne kadar bunlar kişi bazında etkili olsa da.