Ve nihayet birleşiyorlar... Yıllardır "yürüyerek" aşındıramadıkları yolların (ve kaldırımların!) tamamen otomobil egemenliğine geçmesi üzerine... "yayalık bilincine sahip" bir grup yurttaş, birleşip "Yaya Hakları Bildirgesi"ni yayınladı. Bildirgeyi hazırlayan Yaya Hakları için Yurttaş Lobisi'nin sözcüsü Ümit S. Topçuoğlu telefonda:
      - Trafik kurallarının ve kent planlamalarının temelinde, otomobiller için "az riskli yaya" oluşturma zihniyeti yatıyor. "Az riskli - iyi" bir yaya, otomobil için konmuş kurallara uyan yaya demek.. "Kötü yaya" ise zaten fazla yaşamıyor! Trafik Haftası'nda asılan pankartları hatırlarsınız: "Şoför Amca, beni ezme!" Sonunda bir özel gün bile ilan ettiler: "4 Mayıs - Kaza Yapmama Günü!" Görüyorsunuz, "otomobil merkezli" yaklaşım, yayayı "merhamet edilmesi gereken" biri olarak görüyor. Oysa kentler, özünde insanların (yani "yaya"ların) yaşam alanı.. Ayaklar ve bacaklar da gaz pedalına basmak için değil, yere basmak ve yürümek için.. "Yayalık hakkı" da "yaşama hakkı" gibi temel bir hak.. Yayalık aynı zamanda en doğal ulaşım biçimi.. Yaya ne kimseye zarar verir, ne çevreyi kirletir, ne de kaynak tüketir. Ama bu temel hak, kentlerimizde gözardı ediliyor. Çünkü kentlere otomobiller hükmediyor. Kent yapısını otomobillerin ihtiyaçları belirlemiş. Kent planlaması "otomobillere yol açmak" için.. Böylesine ayrıcalıklı kılınan otomobiller, yanlarında yörelerinde "yaya" da görmek istemiyorlar. Ve "Otomobilleri rahatsız etmesinler" diye üst geçitlere tırmanmaya, alt geçit dehlizlerine inmeye zorlanıyor yayalar...
      Ve "sürücü - yaya" çelişkisi üzerine ilginç bir de saptama yapıyor Ümit Bey:
     Â- "Sürücü" konumuna geçen yaya da "otomobilin camından" bakmaya baÅŸlıyor dünyaya. Akıl almaz biçimde "yaya aleyhtarı" kesiliyor. Altındaki araçla en baÅŸta kendi yaÅŸamını "yaÅŸanmaz kıldığını" düşünmüyor. Babalarımız gibi meydanlarda gönlümüzce aylaklık edemiyorsak, sebebi "otomobil merkezli" dünyamız...
      Arkadaşımız Nazım Alpman, THY'nin Erzurum'dan kalkan Ankara aktarmalı uçağıyla İstanbul'a geliyordu. Valizinin kenarına sarı renkli İstanbul bagaj bandını takıldı. Erzurum'daki görevli, "Efendim bagajınızı İstanbul'dan alacaksınız!" diye uyarmayı da ihmal etmedi.
      Arkadaşımız gecikmesiz kalkan uçaklarla zamanında İstanbul'a indi. Yarım saat kadar bagajını bekledi. Ama yoktu...
      Kayıp Eşya bölümüne gitti, durumu bildirdi. Görevli mütebessim bir ifadeyle kendisini rahatlattı:
     Â- Merak etmeyin bagajınız Ankara'da kalmıştır!
      Hemen Ankara'yı arayıp durumu aktardı, gerçekten de merak edilecek bir şey yoktu. Bagaj Ankara'da emin ellerdeydi!.. Arkadaşımıza bir çay söyleyip özelleştirme sonrası böyle şeylerin "vaka-ı adiye"den sayıldığını anlatmaya başladı:
     Â- Biliyorsunuz yer hizmetleri özelleÅŸtirildi. Düşük ücretli, bagaj okumasını bilmeyen deneyimsiz elemanlar sık sık böylesi hatalara sebep oluyor. Ne yazık ki faturası her defasında THY'ye kesiliyor...
      CHP Kurultayı'nda "Özelleştirmeye Hayır!" pankartları arasında Genel Başkan Deniz Baykal, başta Halkbank, Emlakbank ve KİT'ler olmak üzere kamunun elinde ne varsa hemen hepsini özelleştireceklerini, Merkez Bankası'nı da "bağımsızlaştıracaklarını" söyledi... Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Prof. Alpaslan Işıklı öncelikle Merkez Bankası'nın "bağımsızlaştırılması" konusuna dikkat çekerek diyor ki:
      - Merkez Bankası'nı bağımsızlaştırmak demek, kuyruğu kesilen Asya Kaplanları'nda olduğu gibi, ülkeyi sömürge dönemlerinin döviz bürolarına benzetmek demektir. Sayın Baykal, bu düşüncesini açıklayarak IMF ve Dünya Bankası'nın istekleri doğrultusunda Türkiye'nin boynuna son ve önemli halkalardan birini daha geçirmeye hazır olduğunu ilan etmiştir. Bu görüşünü kiminle tartıştı, parti yetkili organlarından böyle bir karar çıkarttı mı, bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var ki, bu, dünya uluslarının sırtına bir deli gömleği gibi giydirilmek istenen yapısal uyum programlarının önemli unsurlarından biridir. Merkez Bankası'nı bağımsızlaştırmak demek, ulusal devleti, ekonomik yaşamı yönlendirmede yararlandığı en etkin araçlardan birinden daha yoksun bırakmak demektir. Merkez Bankası'nı bağımsızlaştırmak demek, bu bankanın yönetimini, uluslararası finans piyasalarına ve oralara egemen olan uluslararası güç odaklarının iradesine terketmek demektir. Bunun bir adım daha ötesi, hükümeti milletten ve milletin Meclisi'nden bağımsızlaştırmak ve uluslararası sermayenin lisan bilen halkla ilişkiler bürosu konumuna indirmektir.
      Ya öteki alanlardaki özelleştirmeler?.. Alpaslan Hoca, bu konuda da diyor ki:
      - Yolsuzlukları önlemek gerekçesiyle bankaları özelleştirmekten başka çare bulamamış!.. Oysa yolsuzlukları önlemenin yolu, kamu işletmelerini (bu arada bankaları) dürüst, namuslu kadrolara teslim etmek ve şeffaf, katılımcı, adil bir yönetim mekanizması kurmaktır. Devlet malını canından aziz sayın Kemalist geleneğin temsilcisi olma iddiasını taşıyan CHP'nin, yolsuzluk canavarı karşısında teslim olmuş görünmesi hüzün vericidir. Türkiye'de namuslu insanlar vardır. Önemli olan onları etkin konumlara getirecek bir iktidarın oluşumudur. Yolsuzlukları önlemek gerekçesiyle kamu işletmelerini satmak, izah edilir şey değil. İşletirken yolsuzluk yaptığını gördüğünüz bürokratların, teknokratların ve siyasetçilerin, satarken yolsuzluk yapmayacaklarını kim garanti edecek?..
Yazara E-Posta: masik@milliyet.com.tr
Tunca Bengin
Amerika Amerika’ya karşı!..
25 Kasım 2024
Cem Kılıç
Doğuma bağlı ayrımcılık...
25 Kasım 2024
Abdullah KarakuÅŸ
NATO’dan beklentiler ve savaşlar
25 Kasım 2024
Hakkı Öcal
Siyonistler Yahudiliğin kuyusunu kazıyor
25 Kasım 2024
Eren Aka
Çakar izinlerini kaldıralım sorunu kökten çözelim
25 Kasım 2024