Spor sayfamızda Bilal Meşe arkadaşımızın haberi:
"... Dünya üçüncüsü milli futbolcularımız, Başkan Haluk Ulusoy, menajer Can Çobanoğlu ve yedeklere Devlet Üstün Hizmet Madalyası verilmemesini protestoya hazırlanıyorlar..." Okurumuz Kerem Demir diyor ki...
"Ay Yıldızlı futbolcularımız artık madalyaların kime verilmesi gerektiğine de karışır olmuşlar... Ayakları o kadar yerden kesilmiş ki kendilerine - Acaba ben bu madalyayı gerçekten hak ettim mi? - diye bile sormuyorlar...
Okurumuz haklı... Futbolcularımız bir devlet hizmetine değil spor turnuvasına katıldılar... Altı üstü futbol oynadılar.. Karşılığını aldılar... Aldıkları derece dünya ölçeğinde olağanüstü bir şey olmasa da... Türkiye için başarı sayıldı. Kendilerine sevgi gösterildi, ödül verildi, teşekkür edildi.
Üstün devlet hizmeti çerçevenin neresinde? Kavramları yozlaştırmak ve içini boşaltmakta doğrusu üzerimize yok... Okurumuz soruyor... Acaba geçenlerde F -16 uçağını kurtarmak için hayatını veren pilotun ailesine böyle bir madalya verilmesi düşünüldü mü?
50 hayırsever okul yaptırmak için belediyelerden yer tahsisi bekliyormuş.
Cami yaptırmak isteseler 5 dakika beklemezlerdi...
Söylemiştik.. İki ay önce yazdıklarımız aynen çıktı... Bugün olacakları geçen yıl haber vermiştik... Gibisinden cümlelere köşe yazarı arkadaşların sütununda sıkça rastlanıyor. Bir Fransız gazetecinin gençlere tavsiyesini anımsıyoruz:
- Sık sık geleceğe ilişkin kehanetlerde bulunun. Tutturursanız "Ben söylemiştim" diye caka satarsınız. Tutturamazsanız ziyanı yok... Geçmişte savurduğunuz kehanetleri pek az okur hatırlar...
Aptalları kendi yanınıza çekerseniz her seçimi kazanırsınız
Avrupa Birliği’ne karşı ayak diretenlere ulusalcı (milliyetçi) gözüyle bakılıyor. Eğer adam her alanda ülkesinin ve halkının çıkarlarını savunuyorsa tamam... Ama gidip öte yanda ABD’nin ve IMF’nin bir dediğini iki etmiyorsa bu adamın milliyetçiliğinden söz edilebilir mi?
AB’ye girişi savunanlara da "demokrat" sıfatı yakıştırılıyor...
Ama bu kişiler ne kendi partilerinde, ne sosyal hayatta demokrat davranmıyor.
Sonuç... AB’ye girmeyelim diyen herkes milliyetçi olmadığı gibi, girelim diyen herkes de demokrat değil. Ulusalcılık ve demokratlık ciddi kavramlar.
Ne zaman ülkede "deprem" olsa ardından sağ olsun Clinton geliyo...
Bakın, ben kendisinin daveti üzerine birkaç gün önce Hüsamettin Özkan’ın makamına gittim. Orada tanık oldum ki, Mesut Yılmaz’la, kendi genel başkanından daha içli - dışlı. Aralarında adeta bir telefon köprüsü kurmuşlar, sürekli birbirlerini arayıp bir şeyler konuşuyorlar.
- Ne tür şeyler?
Bir DSP’liden beklenmeyen şeyler.
***
O sıralar DSP’de olan İstanbul milletvekili Mustafa Düz, birbuçuk yıl önce bunları söylemiş, o sözleri köşemizde yer almıştı. Bu söyleşiden kısa bir süre sonra Hüsamettin Özkan’ın gadrine uğrayarak DSP’den istifa etmek zorunda bırakılan Mustafa Düz’ü dün bulduk ve sormaya başladık.
- Sizi DSP’den attıran Hüsamettin Özkan bugün DSP dışı... Ne diyorsunuz?
- Çok mutluyum. Partiden ayrıldığını duyar duymaz Emrehan Halıcı’yla konuştum, istedikleri an partiye dönebileceğimi söyledim.
- Hüsamettin Özkan açısından, bundan sonra ne gibi gelişmeler olabilir?
- Ben, Sayın Ecevit’ in, Hüsamettin Özkan’ın sumenaltı ettiği yolsuzluk dosyalarını birer birer açtıracağına inanıyorum. Pek çok yolsuzlukla ilgili yargıya yapılan baskılar da büyük ölçüde ortadan kalkacağı için Hüsamettin Özkan’ı zor günler beklemektedir.
***
Bu arada Ankara’da siyasi satranç sürüyor... Özkancılar İsmail Cem veya Kemal Derviş liderliğinde parti kuracaklar, olmazsa topluca ANAP’a iltihak edeceklerdi. Ancak Ecevit ve Bahçeli’nin Mesut Yılmaz yerine Tansu Çiller’i alarak koalisyonu sürdürme manevrası Mesut Yılmaz’ı telaşlandırdı. Çünkü ilk seçimde ANAP barajın altında kalabilir. ANAP Koalisyonda kalma kararı alırsa "Özkancılar" da iyot gibi açıkta kalır.