Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Ankara'da haftalardır, hatta aylardır helikopter savaşları yaşanıyor... Türkiye 4 milyar dolarlık helikopter ihalesini sonuçlandırdı... Sonuçlandıracak... Amerikan, İtalyan, Alman, Rus, İsrail temsilcileri arasında muazzam bir rekabet sürüyor... Silah tekellerinin temsilcileri Ankara'nın zirvelerini dolaşıyor. Kapalı kapılar ardında ilginç görüşmeler, yoğun kulisler yapılıyor.
       Biz bu arada basit bir soruya takılıp kalıyoruz...
       Daha dün 4 milyar dolar kredi alabilmek için IMF'nin peşinden koşan, çok ağır şartları kabul eden, en küçük yatırımları durduran, yıllık yatırım bütçesi topu topu 2,5 milyar dolar olan Türkiye, 145 helikopter için 4 milyar doları (ilerki yıllara yayılsa bile) hangi kaynaktan sağlayacak?
       PKK ile savaşı topu topu 30 - 40 taarruz helikopteriyle yürütmüş ve Güneydoğu'daki savaş bitmeye yüz tutmuşken, şimdi 145 taarruz helikopteri edinmek hangi ihtiyaç değerlendirmesine dayanmaktadır? Kime taarruz edeceğiz? Bunları bilmediğimiz gibi... Kaynağın nasıl sağlanacağını da çok merak ediyoruz.
       O yüzden yetkililerin bu konudaki demeçlerini çok dikkatle izliyoruz.
       Derken dün Başbakan Bülent Ecevit'in konuyla ilgili sözlerine rastlıyoruz...
       Başbakan Bülent Ecevit, arkadaşımız Fikret Bila ile konuşurken karar için pazartesi günü (dün) toplanacaklarını söylüyor. Ve bakınız sonra aynen ne diyor:
     Â- Ayrıca kaynak durumumuza da bir bakmamız lazım. Nükleer santral ihalesinde finansman da ihaleyi alacaklar tarafından saÄŸlanıyor. Ama helikopter ihalesi için bu söz konusu deÄŸil...
       Yani... İhale açmışız... Dünyanın önde gelen silah tekelleri katılmış... Yüzbinlerce dolar harcamış. Ankara'da her ihalede olduğu gibi belli ödemeler yapılmış. Karar aşamasına gelinmiş. Ama hükümet henüz kaynak meselesini çözümlememiş. Hatta konuya "bakmamış" bile... O yüzden Başbakan diyor ki:
     Â- Kaynak durumumuza da bir bakmamız lazım...
       Dünkü karar toplantısında iki firma elendi, üçü bırakıldı. Biraz daha vakit kazanıldı. Çünkü başta yapılması gereken işler sona bırakılmış. Şimdi kaynak durumuna bakılacak... Bakalım ne görülecek?..

Tribün ahlakı

       Eskiler bir yana... Daha üç gün önce ulusça hepimizin göğsünü kabartan, yüzünü ağartan, milyonları sokaklara döken yeni ve büyük bir başarıya daha imza atmışsınız... Dortmund'u perişan eden takımın teknik direktörü olarak ülkenize dönmüş, Antalya Havalimanı'nda çiçeklerle karşılanmışsınız... İki gün sonra, takımınızın yapacağı yeni bir maç için saha kenarındaki yerinizi almışsınız... En azından benzeri yeni bir sevgi gösterisini beklersiniz değil mi?..
       Ama hayır! Sevgi tezahüratını bir yana bırakın, tribünlerden koro halinde ananıza, avradınıza, bacınıza, kızına ağıza alınmayacak küfürler yiyorsunuz.
       Neden? Niçin?..
       Takımı iyi futbol oynadığı için... Ve bu haksız ve çirkin tezahüratı Antalya Valisi ve Antalya Emniyet Müdürü hiçbir şey olmamış gibi izliyorlar. Acaba Fatih Terim'e yöneltilen bu küfürlerin yarısı kendilerine yöneltilse ne olurdu?.. Aynı tepkisizliği mi gösterirlerdi? Neden Fatih Terim'e küfür edilince tepkisiz kalıyorlar? Neden bir büyük ayıbı paylaşıyorlar? Neden?..

Cihan Demirci’den LAFORİZMA

     Â44 milletvekili rallide yarışmış... Åžu hızı bir de ülkenin sorunları için Meclis'te gösterseler ya!..

Valiyi anlamak!

     Â"Birisi bir sopa bulmuÅŸ, fazla büyütmeye gerek yok... "
       Meclis üyeleri Küçükköy Karakolu'nda "Filistin askısı" ele geçirince basının kopardığı gürültüye İstanbul Valisi Erol Çakır'ın tepkisi yukarıdaki gibi oldu... Yıllar önce Çetin Altan'ın bir kitabını toplattıran dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan da olayın kamuoyunda büyük yankı yaratması üzerine benzer bir tepki göstermişti:
     Â- Yahu küçücük bir kitap toplattık amma da tepki geldi!
       Çetin Altan'ın bu tepkiye yanıtı şöyle olmuştu:
     Â- Bir yamyamın, "Yahu küçücük bir çocuk yedik amma da tepki yarattı" ÅŸeklindeki tepkisini belki anlarım da, koskoca bir bakanın bu ÅŸekildeki tepkisini anlamakta güçlük çekiyorum...

Beyan komedisi

       Türkiye'de vergisiz yaşayanlar, havadan para kazananlar, vurguncular, banka boşaltanlar vb. mal bildiriminde bulunmazken gariban memurlar, gazete yazarları, dernek başkanları gibi kişilerin bildirimde bulunmaya mecbur tutulması bir traji komedidir. Ama bu kadarla kalmıyor.
       Uygulamada ek komediler yaşanıyor...
       Mesela...
       Başbakanlık, devlet kurumlarına mal bildirimiyle ilgili bilgi notu yolluyor...
       Bilgi notunun altında şu ilginç açıklama okunuyor:
       1) Mal bildirim formları el ile doldurulup pul yapıştırıldıktan sonra imzalanacak ve aynı form bilgisayarda doldurulduktan sonra dikkatle kopyalanacaktır.
       2) El ile doldurulup imzalanan form ve disketteki kopyası zarf içinde Kurum mercilerine verilecektir.
       Yani...
       Mal bildirimine tabi olanlar hem yazılı form dolduracak hem de aynı bilgileri bilgisayarda diskete kaydederek ayrı bir zarfla Kurum'a verecek...
       Tabii bu satırları okuyunca hemen merak ediyorsunuz...
       Neden 3 milyon dolayında kişi yazılı bildirim yanında bir de disket doldurup verecek?.. Neden 40 - 50 sayfa yazı alan her bir disket üç satırlık beyan için ziyan edilecek? Bu kadar disket nerede saklanacak? Disketlerin manyetik alan vs. gibi nedenlerle silinmesi veya bozulması nasıl önlenecek? 500 trilyonluk bu ek masrafa ne gerek var?
       Bu meraklarımızı gidermek üzere Başbakanlık'ta bir yetkili arıyoruz...
       Sonunda buluyor ve Başbakanlık İdari Geliştirme Başkanı Gürol Banger'e mal beyanlarının neden ayrıca diskete doldurulmasının istendiğini soruyoruz... Yanıtı:
     Â- Böyle bir zorunluk yok. Mal bildiriminde bulunan isterse form doldurur, imzalar, yetkili merciye verir; isterse de aynı bilgilere diskete yükleyip ilgili merciye disketi verir...
       - İyi ama gönderdiğiniz bilgi notu böyle demiyor...
     Â- Uygulama benim söylediÄŸim biçimdedir...
     Â
Anlaşılıyor ki.. Başbakanlık iki satırlık bir meselede bağlı kuruluşlara meramını anlatamamış... Gönderilen bilgi notunda "Hem yazılı form, hem disket" deniyor. Sorulunca "Ya form, ya disket" diyorlar.
       Bu yüzden devlet kurumları ve memurlar gereksiz bir telaş yaşıyor.
       Bu konuda bir açıklama bekliyoruz Başbakanlık'tan...


Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr