Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       Başbakanlığın devlet kurumlarına gönderdiği birkaç satırlık bilgi notunda meramını ifadeden aciz kaldığını dün yazmıştık. Olayın büyük karmaşalara yol açtığını dün öğrendik.. Önce olayı annımsayalım...
       Başbakanlık devlet kurumlarına gönderdiği yazılı bilgi notunda devlet memurlarının mal bildirimlerini "Hem yazılı forma, hem diskete yüklemelerini" istemişti. Bunun sebeb - i hikmetini sorduğumuzda ise:
     Â- Hem form hem diskete gerek yok, ikisinden biri yeterli, demiÅŸlerdi...
       Ayrıca başbakanlığın gönderdiği bilgi notunun dili de karmaşıktı.
       Yanlış anlaşılmaya çok müsait idi... O yüzden işler karışmış... Ne mi olmuş?
       İstanbul Üniversitesi'nden bir öğretim üyesinin gönderdiği mektubu okuyalım:
       1) Benim fakültemde öğretim üyeleri ve çalışanlar mal beyanı formunu doldurup Fakülte Personel Bölümü'ne teslim etmişlerdir. Benim gibi bir çok kimse zarf içinde, zarfın ağzı kapalı ve kapama yeri imzalı olarak vermişlerdir.
       2) Personel bölümü elemanları, tüm mal beyanlarını diskete geçirmişlerdir. Tabii hangi programı kullanarak bunu yaptılar, o ayrı bir soru. Dolayısıyla tüm mal beyanlarını o bölümde çalışanlar görmüştür.
       3) Daha sonra disket ve tüm mal beyanları, ayrı ayrı zarflara konarak İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne gönderilmiştir. Diğer fakültelerdeki uygulama ne yönde oldu bilemiyorum. Ama benim fakültemde olan budur...
       Diğer bazı kamu kuruluşlarında da yanlış anlamadan kaynaklanan böyle hatalar mutlaka olmuştur. Bazılarında da olmamıştır. Neden biliyor musunuz?
       Çünkü Başbakanlık kimi kuruluşlara da disketten söz eden bildiriyi göndermemiştir. İstanbul Üniversitesi'ne disketten söz eden bildiri gitmiş ama dün soruşturup öğrendiğimiz kadarıyla Ankara Üniversitesine gitmemişti.
       Düşünün ki basit bir mal bildirimi konusunu eline ayağına dolaştıran, iki satır yazıda meramını anlatamayan bu Başbakanlık Türkiye'yi yönetiyor.

Telefon hattı

       Rize'ye telefon hattı çekiliyor... Gelip geçen Karadenizliler çalışanlara bakıp bakıp gülüyorlar... PTT işçilerinden biri dayanamayıp soruyor:
       - Ne gülüyorsunuz?
       Lazlardan yanıt:
     Â- BoÅŸuna uÄŸraÅŸmayın, bizim inekler o tellerin altından geçerler...
       (Kanat Gezgen'den)

Şair kapıdaydı!

       Şair Yılmaz Odabaşı, "Düş ve Yaşam" adlı kitabı dolayısıyla kendisini yargılayan mahkeme heyetine "Sizinle aynı çağda ve aynı ülkede yaşamaktan dolayı utanç duyuyorum" demiş, bu yüzden "ilave" bir 7 ay hapis daha almıştı...
     ÂEline resmi evrakları alıp Saray Kapalı Cezaevi'ne gitti dün Odabaşı...
       Ve Saray Cezaevi kapısından cep telefonuyla bizi arayarak ilginç bir haber verdi:
     Â- Beni içeri almıyorlar...
       - Neden?
     Â- Saray Cumhuriyet Savcısı'na cezamı çekmek üzere geldiÄŸimi söyledim. Ama kapının önündeki gazetecileri görünce ödü kopmuÅŸ... "Ben alamam buraya, korkarım, çekinirim" dedi. BaÅŸka bir ÅŸey de demedi... Beni içeri almıyor...
       - Biraz ısrar etsen?..
     Â- Faydası yok; saatlerce dil döktüm.. Bu saatten sonra alacağı da yok!..
       - Ne yapacaksın şimdi?
     Â- AkÅŸam olsun diye bekliyorum. Hava kararınca tünel kazarak girmeye çalışacağım!..
     Â
     ÂBir zamanlar "68" ruhu vardı... Åžimdilerde öncelik Fazilet'i kurtaracak "69 ruhu"nda!
      Cihan Demirci

Kime bu silahlar?

       Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan dışişleri bakanları üç ülkenin sınırlarının kesiştiği noktada hoş bir barış gezintisi yapıyor...
       Batımızda ilk kez böylesine geniş bir dostluk havası esiyor.
       Soğuk Savaş son buldu...
       Berlin Duvarı yıkıldı.
       Varşova Paktı dağıldı.
       Rusya dişi sökülmüş aslan gibi perişan...
     ÂAbdullah Öcalan yakalandı...
       PKK silah bırakıyor...
       Türkiye - İsrail yakınlaşması Suriye ve İran karşısında elimizi güçlendirdi.
       Türkiye'nin çevresinde savaş değil barış havası esiyor..
       Zaten savaşlar da eski savaşlar değil artık...
       Başlamadan bitiyor...
       Sorunların savaş yoluyla çözümü eskilerde kaldı.
       Biraz da bu yüzden dünya ülkeleri silahlarını azaltıyor.
       Geniş parasal kaynakları ekonomik ve sosyal kalkınmaya kaydırıyor...
       Önceliği eğitime, sağlığa, çevreye, ucuz enerjiye vs. kaydırıyorlar...
       Böyle bir çerçeve içinde Türkiye'nin 4 milyar dolarlık helikopter, 7 milyar dolarlık tank vs. harcamalarına yönelmesi nasıl izah edilebilir?
       Şaşıran sadece bu fakir ülkenin vergi ödeyenleri olarak bizler değiliz. Koca koca uzmanlar da bizim gibi şaşkın.
       Önümüzde ABD'nin iki saygın kuruluşu... "World Policy İnstitute" ile "Federation of American Scientists"in ortaklaşa hazırladıkları bir rapor var... 44 sayfalık raporun başlığı "Clinton Yönetimi Süresince Türkiye'ye Silah Satışları..."
       Ve raporun ilk paragrafı:
     Â"Türkiye önümüzdeki 8 yıl için 31 milyar dolarlık bir silah modernizasyonuna giriÅŸiyor... Ağır deprem kayıplarına ve PKK'nın silah bırakmasına raÄŸmen bu kadar büyük bir silah yığınağına gidilmesinin sebeb - i hikmeti (akılcılığı) büyük soru iÅŸaretleri yaratmıştır.."
     Â
(Ä°nternet adresi: www.fas.org/asmp/library/reports/turkeyrep.htm)
       ***
       Türkiye geçen 8 yılda ABD'den yaklaşık 7 milyar dolarlık silah almış. Şimdi önümüzdeki 8 yılda 31 milyar dolarlık silah almayı planlıyor. Yılda öngörülen harcama 4 milyar dolar... Dünya ülkeleri paralarını insana yatırırken biz silaha yatırıyoruz. Ve bu politika barış havasının en yoğun estiği döneme rastlıyor. Silah satıcılarının bile içinden çıkamadığı bir anlaşılmazlığı temsil ediyoruz şu sırada dünyada...


Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr