Kuruluşu
Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar uzanan Camialtı ve Haliç tersaneleri kapanıyor... Özelleştirme Yüksek Kurulu, bu tersanelerde çalışan işçilerin tazminatlarının ödenerek işlerine son verilmesi kararı aldı... Rivayet o ki... Haliç Tersanesi'nde küçük bir gemi bakım onarım ünitesi kalacak, Camialtı'nın bulunduğu alana ise yeni bir
"Polis Koleji" inÅŸa edilecek.
      Gelişmelerle ilgili olarak İstanbul üzerine
"proje"leri olan insanlara danıştık... Fikirlerini aldık... Birlikte okuyalım:
     Â
Bahattin Yücel (Eski TÜRSAB Başkanı): Camialtı tersanesi Osmanlı döneminden kalma ilk ve tek tersane... O açıdan tarihi önemi var. Ayrıca şu aralar malum Yunanistan ile ilişkilerde gelişme yaşanıyor. Camialtı tersanesi bu açıdan da ilginç bir geçmişe sahip... O bölgede yerleşik Rumların kökeni, Osmanlı döneminde Sakız Adası'ndan
"forsa" olarak getirilip tersanede çalıştırılan Rumlara kadar uzanır. Bence tersanelerin bu tarafını vurgulayan, deniz ve deniz turizmiyle ilgili bir yapılanmaya gidilmesi ya da yine bu yönü öne çıkaran bir müze olarak değerlendirilmesi çok hoş olur... Hatta buna bir de modern sanat müzesi eklenebilir, ki, geçmişle bugüne bağdaştıran ve Haliç'i tümüyle kurtaracak bir projenin ilk adımı olur bu...
     Â
Nurettin Sözen: "Dünya kenti" İstanbul'un hala adına yaraşır bir modern sanat müzesi yok... Konuya yakın insanlar bunu gerçekleştirmek için bir tarihi bina arayıp duruyorlar yıllardır. Burası fevkalade güzel olur.
"Polis Koleji" kurmak için Hazine'nin elinde arazi mi yok?..
     Â
Besim Tibuk (İşadamı): Haliç kıyılarının tümüyle halka açılması lazım. Söz konusu alan da o çerçevede halka açık park haline getirilebilir. İçindeki ucube hangarlar yıkılır, yeşillendirilip gezinti alanı yapılır. Rıhtımında kayıkların dolaşabileceği, kahvehane, pastane, lokantalarla bezenmiş ferah bir alan yaratılır. Camialtı'nın
"havuz" bölümünü muhafaza etmekte fayda var... Hatta bu bölüme bir
"sanat müzesi" yapılabilir.
     Â
Afife Batur: (Mimarlar Odası İstanbul Başkanı) Ticari amaçlı olmayan bir eğitim kurumuna tahsis edilmesi mümkün olabilir. Bir sanayi müzesi veya bir konser salonu olarak değerlendirilmesi de mümkün olabilir.
Akbulut sansürü
      TBMM Başkanı
Yıldırım Akbulut, geçen Temmuz ayında, aralarında bizim de bulunduğumuz dört gazeteciye
"Basın Özgürlüğü" ödülünü verirken genel anlamda basın özgürlüğüne değinen bir de konuşma yapmış, Dolmabahçe Sarayı'nın bahçesini dolduran seçkin konuklardan büyük alkış almıştı. O gün o güzel lafları söyleyen Sayın
Akbulut bugün karşımıza
"sansürcü" olarak çıkıyor.
Akbulut, "kıyak emeklilik" yasasını eleştiren bazı meslektaşlarımızın yazılarını Meclis Basın Bülteni'nden çıkararak bu meslektaşlarımıza adeta,
"Siz bizim aleyhimizde yazarsanız, biz de sizi bu şekilde sansür ederiz" mesajı veriyor.
      Olayın bir başka ilginç yönü de, bu uygulamaya birkaçı dışında hiçbir milletvekilinin itiraz etmemesi... "
Siz kim oluyorsunuz da bizim hangi yazarı okuyup okuyamayacağımıza kendi başınıza karar veriyorsunuz" diye tepki göstermemesi... Ayrıca kimi yazarların Meclis Basın Bülteni'ne alınmaması kime ceza?.. Yazarlara mı?.. Onların yazısını okumaktan mahrum kalan milletvekillerine mi?.. Geçen Temmuz ayında Dolmabahçe Sarayında o güzel konuşmayı yapan Meclis Başkanı'nın şapkayı önüne koyup verdiği kararı yeniden düşünmesi gerekiyor...
Trende yanlışlık
      İkinci Dünya Savaşı günleri... Alman cephesinde çarpışan bir Amerikalı asker terhis olmuş. Trenle Londra'ya dönüyor. Oradan da ülkesine gidecek. Ancak trende yer bulamamış. Vagon vagon dolaşırken bir İngiliz hanımın yanındaki koltuğu işaret ediyor:
      - Acaba şuraya oturabilir miyim?
     Â
- Siz Amerikalılar çok kabasınız, diyor kadın,
görmüyor musunuz orada köpeğim Fifi oturuyor...
      Asker biraz dolaşıyor. Bakıyor hiç yer yok. Dönüp geliyor:
      - Acaba şuraya oturmam mümkün mü?
     Â- Siz yalnız kaba deÄŸil aynı zamanda çok sıkıcısınız, diye askeri aÅŸağılıyor kadın. Asker de köpeÄŸin üzerine eÄŸiliyor, tek eliyle karnından yakaladığı gibi camdan dışarı fırlatıyor. Kadın çığlık çığlığa karşı koltukta oturan Ä°ngiliz asılzadesinden yardım istiyor. Asilzade Amerikalı askere dönüyor:
     Â- Siz Amerikalılar zaten herÅŸeyi yanlış yaparsınız, diyor, çatal ve bıçağı yanlış elle tutarsınız, otomobili yanlış taraftan sürersiniz. Bu defa da yanlış hayvanı attınız camdan...
Valim büküldü
      Düzce'nin il olması için düzenlenen törende.. Sayın Valim iki büklüm olmuş Sayın Başbakanımın elini öpüyor. Sayın Valim o ilde devletin en yüksek temsilcisi... Başbakan ile aralarında bir Tanrı - Kul veya Şeyh - Mürid ilişkisi yok. Ona kanunlarla bağlı. Kanunlarda Valim iki büklüm olup Başbakanın elini öper diye kayıt yok. Öperse ne olur? Düzcelilerin gözünde başka bir kimliğe bürünür. Vatandaş:
     Â
- Bizim vali yağcının teki, diye düşünür...
      Valim polis ve diğer birimler üzerinde otorite kurmakta zorlanır. Çoluk çocuğa, gençlere, diğer devlet görevlilerine iyi örnek olması gerekirken kötü örnek olur. Sayın Başbakanıma gelince... O da elini öptürerek kötü örnek oluyor. Bayramda babası yaşında adamlara elini öptüren
Erbakan'dan bir farkı kalmıyor.
Kasap Niyazi
      ATV Spor Servisi Şefi
Faik Çetiner pazar akşamları Bizim Stadyum adlı geniş katılımlı bir açık oturum yapıyor... Tartışmalar sırasında o anda orada bulunmayan birinin adı geçerse tabii onun söz hakkı doğuyor. Dışardan her arayan bağlanmıyor tabii. Sadece söz hakkı doğanlar bağlanıyor.
      Son programda
Ä°hsan Kalkavan konuÅŸurken:
     Â
- Kasap Niyazi adaylığını koysa seçilir, diye bir söz sarfediyor.
      Demek istediği,
"Her kim adaylığını koysa seçilir..."     ÂVe birkaç dakika sonra
Faik Çetiner'e stüdyodan bir not:
     Â
- BeÅŸiktaÅŸ'tan Kasap Niyazi
arıyor, söz hakkı doğmuş onu kullanacakmış...
      Bu uyanık kasaba söz hakkı kullandırılmıyor.
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr