Cumhurbaşkanı Sezer komşu ve yakın ülkelerin devlet başkanlarıyla olumlu ve hızlı bir görüşme trafiği sürdürüyor... Peki bu trafik komşularla ekonomik ve ticari ilişkilerimize ne kadar yansıyor?
Komşularımız yılda 180 milyar dolarlık ithalat yapar... Bizden aldıkları malların tutarı 3 milyar doları geçmez...
Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün diyor ki:
- Bu ihracat rakamını rahatlıkla 80 - 90 milyar dolara çıkartabiliriz.
- Niye çıkartamıyoruz peki?
- Birinci sebep, komşularımızla diyalog kurmayı beceremiyoruz. Burnumuzun dibinde olmalarına rağmen kendimizi tanıtmayı bilemiyoruz. İkinci sebep, kraldan fazla kralcı olmamız. Amerika Irak’a ambargo koydu, faturayı biz ödüyoruz. Ayrıca ben satmıyorum da adamlar dışarıdan hiç mal almıyor mu? Amerika Ürdün’e satıyor, Ürdün de Irak’a... Ürdün, son 10 yılda Irak’la yaptığı ticaret yüzünden bizi solladı geçti. Aynı şey İran için söz konusu... Şu son 10 yılda gördük ki ambargo Irak’a değil bize konmuş.
- Cumhurbaşkanı Sezer’in gezileri bu ülkelerle ticari ilişkilerimizi geliştirir mi?
- Bu gezilerin mutlaka faydası olacaktır. Ama asıl icra makamındaki hükümet beceriksizse, kraldan fazla kralcılık yapıyorsa, Cumhurbaşkanı ne yapsın ki?
Gerektiğinde gözlerini kapatmasını bilmeyen bakmasını da bilmiyordur.
Ülkemizin ünlü bir sosyoloğuna sormuşlar: - Türküyle Kürdüyle, Lazıyla Çerkeziyle, Arabıyla şarabıyla herkes büyük bir coşkuyla el ele, Milli Takımımızın başarısını kutluyor. Bu kardeşlik fotoğrafının bir ismi olmalı. Sahi nedir bu ad?
Sosyolog, hiç düşünmeden cevap vermiş:
-TOPlumsal uzlaşma!
MHP yabancı dille eğitim, yayın ve idam konularında katı tutumunu sürdürerek AB’ye girişimizin önüne set çekiyor. Peki MHP’nin Türkiye’ye çizdiği alternatif yol nedir? MHP’nin ayrı bir gelişme stratejisi var mı?
Geçen yıl şubat krizinden sonra Türkiye 1.5 milyar dolara muhtaç kaldı... Koalisyon bu para için IMF’nin bütün şartlarına evet dedi. MHP de hepsine onay verdi. Ne bir ulusal seferberlik çağrısı, ne bir milli alternatif plan... AB’ye hayır demek elbet MHP’nin hakkı... Peki IMF boyunduruğundan başka hangi alternatif çözümleri var? Bunu bilmek de bizim hakkımız değil mi?
Eski DPT müsteşarı ve ANAP milletvekili Yıldırım Aktürk Radikal’de önceki gün kendisiyle konuşan meslektaşımız Neşe Düzel’e dedi ki:
- Bankacılık lisansı almamaları gerekenlere rüşvetle lisans verdiler bu ülkede. O dönemde (90’larda) Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı olanlardan şimdi biri DYP’de ikisi ANAP’ta milletvekili...
Röportajın yayını üzerinden iki gün geçti. Ne bir ses ne bir nefes... Eskiden Hazineden sorumlu Bakan olup halen milletvekilliği yapan kişilerin Yıldırım Aktürk’e seslenerek:
- Derhal isim ver, iddianı ispat et, namuslu insanları zan altında bırakma diye ayağa kalkması gerekmez miydi?
Rüşvet almak ne kadar olağanlaştı ülkemizde değil mi?
Bir Bakanın rüşvet alması bile olağan...
Yine de... Yukarda açıkça tarif edilen milletvekilleri "Ben rüşvet almadım, Yıldırım Bey kimi kastediyorsa ismini açıklasın" şeklinde bir açıklama yapmayı düşünüyorlarsa sütunumuz açık...
Futbol takımları ligde olsun Dünya Kupası’nda olsun... Bize, hiçbir emek sarf ettirmeden, kazanmanın ve zaferin tadını tattıran kahramanlar... Hiç değilse onların o zaferi hangi emekler sonucu kazandıklarına ilişkin doğru tespitler yapmak zorunda değil miyiz?
Efendim iyi bir nesil yakaladık, diyor bazıları. Nasıl yakaladık? Oltayla mı, denize ağ atarak mı? Yoksa bu milli takım (iki üç eksiğiyle) Fatih Terim’in emekleriyle inşa edilen ve iki yıl önce UEFA ve Süper Kupayı kazanan takım olmasın? Tabii ki Derwall’den Piontek’e, Mustafa Denizli’den Şenol Güneş’e ve cümle altyapı antrenörlerine kadar... Birçok insanın emeği var başarının temelinde... Ama nesil falan yakalamadık. Yetiştirdik. Kimi insanlarımızın başarısı ve özverisiyle sağladık bu başarıyı... Emek koymadan yakaladığımız futbol zaferinin tadını tadalım elbet... Ama hiçbir başarının tesadüfen veya kendiliğinden gelmediğini bilelim, zaferin temelindeki alın terini ıskalamayalım...