Dostların gönderdiği bir kuzguncuk fotoğrafını görünce aklıma geleni yazmak istedim...
Bir gün televizyon izlerken ekranda Londra şehri göründü... Eşim ekrandaki fotoğrafı görünce sordu:
- Sen Londra’da mı yaşamak isterdin Paris’te mi?
Sahi ben nerede yaşamak isterdim?
Avrupa’da görmediğim az şehir kaldı... Düşündüm taşındım... Hepsini aklımdan geçirdim. Sonunda kararımı açıkladım:
- Ben Kuzguncuk’ta yaşamak isterdim...
- E gidip orada yaşayalım, dedi eşim... Vaktimiz de vardı. Ertesi gün Kuzguncuk’a gidip dolaştık. Dekoru ve grafiği harikaydı. Ahşap evler şahaneydi. Adeta eski İstanbul’daydık. Özellikle Bostan’a bakan ahşap evler çekti ilgimizi. Soruşturduk. Fiyatları nedir, kiraları ne kadardır... Aklımıza yatmaya başladı. En azından bir daire kiralayabilirdik. Bir kafeye oturup kahvelerimizi yudumladık. Hava kararmaya başladı. El ayak çekildi. Ana cadde ve sokaklar ıssızlaştı. Caddeden vasıta geçmez oldu. Ortaya bir yalnızlık çöktü. Bize de bir gariplik duygusu yerleşti. Alışmışız Moda’da caddeden hiç eksi
Prof. Ferlâl Örs ve Mehmet Şakir Örs, Cumhuriyet’te “Toplumsal Belediyecilik” konusunu yazmışlar. İdeal belediyecilik nasıl mı olmalı? Anlatıyorlar:
- ”Belediye hizmeti insan odaklı olmalıdır.
- Yurttaş ve kentli, asla “müşteri” olarak görülmemelidir.
- Böyle hareket eden belediyeler halka adaletli ve hakça hizmet götürmeyi kendilerine öncül görev olarak görürler.
Asla savurganlık yapmazlar. Gösteriş harcamalarından kaçınırlar.
- Toplumcu belediyecilik anlayışı, kamunun, halkın, kentlinin çıkarlarını her şeyin üzerinde görür, üretken, verimli hizmet programları hazırlar ve kent planlamaları yapar.
- Doğayı ve çevreyi korur.
- Kentlerin tarihine ve kültürel değerlerine sahip çıkar.
Eskişehir Belediye Başkanı Prof. Yılmaz Büyükerşen yeniden aday olmak istediğini açıkladı. Partisi ise şimdilik kararsız. CHP Genel Başkanı Özgür Özel hafta sonu Eskişehir’e gelerek Yılmaz Büyükerşen ile görüştü. Yerel basına göre bu bir teşekkür konuşmasıydı. Parti, Yılmaz Hoca’yı yeniden aday göstermek istemiyordu. Çünkü son kurultayda Kemal Kılıçdaroğlu’na yakın tavır almıştı. Orası öyleydi ama Eskişehir politikasını iyi bilen bir dostumuzun yorumuna göre, AKP’nin aday gösterdiği iş adamı Nebi Hatipoğlu’nun karşısında seçim kazanabilecek tek aday da yine Yılmaz Büyükerşen idi.
CHP Genel Merkezi şimdi bu ikilem içinde...
Bu arada 86 yaşındaki Yılmaz Büyükerşen’in yaşı da problem ediliyor.
Eskişehir’de bir mucize yaratmasına rağmen artık emekli olması gerektiğini söyleyenler var. Peki acaba bir yönetici için ileri yaş problem midir? Zaman zaman yazarız... Cenevizli ünlü denizci Andrea Doria, Turgut Reis’e karşı Ponza savaşını yönetirken 86 yaşındaydı.
Çok değerli iki aydının ölüm yıldönümüydü dün... Mimar ve Yazar Aydın Boysan ile Tiyatro Sanatçısı Münir Özkul’u aynı gün kaybetmiştik, 5 Ocak 2018...
Aydın Ağabey süzme bir halk adamı, son İstanbul beyefendisiydi. 97 yıl güzel yaşadı, çevresine güzellikler yaşattı. En büyük keyfi dostlarıyla bir arada olmaktı. Akşam masaları dostlarını görmek için vesileydi. Herkes için her zaman iyi şeyler düşündü. Herkese mutluluk aşıladı. Dünyayı karış karış gezdi. Gördüklerini ve hayat deneyimlerini kitaplarına döktü, gelecek nesillere çok değerli dersler bıraktı...
Aydın Ağabey hayatını anlatmaya:
“Ben 1921 yılında doğduğumda son Osmanlı Padişahı Vahdettin henüz tahtında idi, Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmamıştı”, diye başlar...
Fakir ve namuslu insanların semti Narlıkapı’da doğmuştur. Cumhuriyet İstanbul’unda büyümüştür. Der ki:
“Hızır gelip de bir kez daha ömrümün bir bölümünü yaşama fırsatını verse
Gazze’den gelen onca vahşet fotoğrafı ve haberi arasında bizi en çok etkileyeni şu oldu:
“Gazze’de 1 Ekim’den bu yana 1000’den fazla çocuğun bir veya iki bacağı kesildi.”
Açıklamayı Cenevre’de UNICEF Sözcüsü James Elder yapıyor...
Gazze’de çalışan bir doktor, malzeme yetersizliğinden bu ameliyatların çoğunu ağrı kesici olmadan yaptıklarını anlatıyor...
Bu çocuklar daha dün fakir evlerde kıt kanaat yaşarken en azından sokak aralarında top peşinde koşuyor, sefalet yaşamına biraz olsun çocuk neşesi katabiliyorlardı.
Artık o mutlu günleri bir daha göremeyecekler.
Savaş vahşetine kurban gidenler daha talihli sayılır.
Ölen bir anlamda kurtuluyor.
Yeni bir yıl başlıyor... Hayatımızda yeni bir sayfa açılıyor, mutlu ve umutlu olmalı, özellikle biz elinde kalem olanlar mutlu şeyler yazmalıyız...
Bakın hava bedava, yağmur suyu bedava...
Bu nimetlerin farkına varmalıyız...
Kaldırımda yürürken para vermiyoruz... Dükkân vitrinlerini seyretmek bedava...
Market vitrininden sarkan pastırma isterse 2 bin lira olsun... Göz ucuyla da olsa bakabilir, eski günleri yâd edebiliriz..
Hangi günleri mi? Hani o mezeciye girip: Göğsümüzü gere gere “Kes şuradan yarım kilo kuş gönü pastırma” dediğimiz günleri...
Antep fıstığı 1200 lira... Olabilir… Bir kilo alıp yiyecek haliniz yok ya.. 100 gram neyinize yetmiyor. Önemli olan tadına bakmak… Çoluk çocuk 120 liraya 100 gram alıp, birkaç fıstık atıştırabilirsiniz...
Evet kafeler pahalı… Ancak evde çayınızı yapıp bir termosa doldurup yanınıza alabilir, deniz kenarında bir kayanın üzerine oturup, yanınızdaki eşiniz veya arkadaşınızla birlikte yudumlayabilirsiniz...
Hoş geldin yeni yıl...
Seni pek büyük umutlarla karşılayamıyoruz amma... Yine de umut umuttur... Bakarsın talihimiz biraz olsun değişir. Toplum hayatımızda adalet, eşitlik, insanlık, mutluluk, akıl, duygu, sevgi, saygı kavramları biraz daha fazla hissedilir. Bakarsın cepler dolar. Umut umuttur... Fakirin ekmeğidir.
Rahmetli Hasan Pulur’un umut üzerine severek anlattığı bir öykü vardı.
Sinop kalesinde bir idam mahkûmu varmış. Sabahtan akşama kadar “Bu da geliiir bu da geçer” diye etrafta dolaşır, başka söz etmezmiş. Hikâye bu ya... Sonunda kale komutanı:
- Yahu bu adam en umutsuz zamanda bu kadar umutlu olduğuna göre yaşamayı hak ediyor demektir... Salıverin gitsin, demiş…
Ne diyelim... Bu da gelir bu da geçer...
Biz de geldik gidiyoruz zaten...
Şen olasın 2024...
Bizim dilimizde şapkayı önüne koyup düşünmek diye bir deyim vardır... Beklenmeyen, acı veren, can yakan olayların ardından en iyisi şapkayı öne koyup düşünmektir...
Bu olay başımıza neden geldi? 12 askerimizin kaybı hangi nedenlerden kaynaklandı? Hata ve ihmal var mıydı? Bu sorun 40 yıldır neden çözülemiyor? Çözüm için hangi önlemleri almalı, hangi politika değişikliğine gitmeli?
Masaya yatırılması gereken konular bunlar olmalıydı. Bunları tartışmak dururken karşılıklı suçlamalara ve siyasi kavgalara girişmek tam da terör tezgâhçılarının istediğini yerine getirmek değil midir? Bu tuzağa düşmemeli, ülke derlenip toparlanmak ve güç kazanmak yerine kendi içindeki ayrılıkları derinleştirerek daha da zayıf düşmemeli. Ulusal direnç kırılmamalıdır.
Sosyal medyada Kadir Has Üniversitesi’nde bir öğretim üyesi ile öğrencilerin tartışmasını izliyoruz. Öğretim üyesi hanım mescit önünde ayakkabıların ayakkabılığa konulmasını istiyor. Bu arada kendisi de ayakkabı ile mescide girmiş. Öğrencilerle