Suriye cephesinde son durum nedir?
Göründüğü kadarıyla El Bab’da duracakken CIA Başkanı Pompeo’nun Türkiye ziyareti sonrasında rota Rakka’ya çevrilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan dedi ki:
“El Bab’dan sonra durmak… Böyle bir şey yok. El Bab bir defa bizim nihai hedefimiz değildir. DEAŞ’ın asıl merkezi El Bab değil Rakka. Nihai hedef de 5 bin km karelik bir alanı temizlemektir.”
Menbiç diye yola çıkmıştık onu unuttuk Rakka’yı hedefe aldık!
Peki, Rakka Türkiye için bir tehdit oluşturuyor mu?
Yukardaki haritaya bakınız... PYD, sınırımıza yapışık halde üç kanton kurmuş: Cezire, Kobani ve Afrin... Sınırımızda yaklaşık 700 kilometreyi kontrol ediyor. Rakka ise çok aşağılarda sınırımıza 160 kilometre uzakta kalıyor. PYD Rakka’ya girmesin,deniyor. Peki girerse ne olur? Rakka bizim için tehdit olabilir mi? Emekli general Nejat Eslen’i dinliyoruz:
“Sayın Cumhubaşkanı hedefin Rakka olacağını zira Rakka PYD’nin eline geçerse Türkiye için tehdit oluşturacağını ifade etti. Askeri gücün kullanılması için hayati önemdeki ulusal çıkarların tehlike altında olması gerekir. Rakka’da böyle bir durum söz konusu değildir. Rakka’nın İŞİD’den temizlenmesi Türkiye’nin değil, Suriye’nin meselesidir.
Milliyet’te pazar günü A&G şirketinin 42 ilde yaptığı araştırmanın sonuçları yayımlandı..
Sorulardan biri şuydu:
- Referandumda oylanacak sistemde milletvekilleri ve Meclis var mı?
Cevap verenlerin yüzde 65’i “Evet”, Yüzde 20.5’i “Fikrim yok” yüzde 13.9’u ise “Yok” diyordu.
Doğru cevap herhalde: “Yok” olacaktı...
Evet önerilen sistemde Meclis binası olacak, içinde 600 milletvekili yerini alacaktır...
Ancak buna Türk halkının 140 yıldır bildiği, benimsediği Meclis denebilir mi? Siz karar verin...
Yeni Meclis’te başbakan olmayacak, hükümet olmayacak, bakanlar olmayacak...
Suriye halkını Esad’ın zulmünden kurtarmak için! 6 yıl önce girdiğimiz Ortadoğu bataklığında yalnızca son 6 ayda 64 şehit verdik. PYD/YPG ile savaşmak için Menbiç’e doğru yola çıkmıştık, ABD bizi El Bab’a yöneltip IŞİD ile savaşa soktu. El Bab’ı alırsak ne kazanacağız, cevabı yok!
Derken önceki gün Rus uçakları bombaladığı bir binada üç askerimiz şehit oldu, 11 askerimiz yaralandı. Rusya, “Biz Türkiye’nin verdiği koordinatlara uyduk” diyor. Bizim taraf koordinatları 10 gün önce verdik, askerimiz yerinden kımıldamadı diyor. Koordinatlar yanlış mı verildi? Yoksa Rus tarafında bizden intikam almak isteyen bir komutan, düşürdüğümüz Rus uçağının ve Ankara’da öldürülen Sovyet Büyükelçisi’nin intikamını mı aldı? Bilmiyoruz. Böyle durumlarda iki ülkenin askeri uzmanlarından oluşan ortak bir komite kurulur ve bu komite her iki tarafta inceleme yaparak gerçeği ortaya çıkarır. Ankara’dan bu yolda bir öneri gittiğini duymadık şu ana kadar. Anlaşılan üç şehidimiz daha kim vurduya gidecek...
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu:
Yanlış politikalar uygulayarak Ortadoğu bataklığına saplanan, her gün şehit haberiyle yüreği yanan bir ülke haline geldik, diyor.
Doğru tespit... Fakat beyefendi; bu eleştiriler
Herkese her şeyi anlatabilirsiniz...Ama Profesör İbrahim Kaboğlu’nun darbeci veya terörist olduğunu kimseye anlatamazsınız. Aynı şekilde Doç. Murat Sevinç, Prof. İlhan Uzgel veya Yüksel Taşkın gibi hocaların da... Onlar sadece başkanlık adı altında piyasaya sürülen dayatmayı halka bilimsel yoldan anlatmanın çabasındaydı. Her biri katıksız bilim adamıdır. Ortak yanları mı; “İktidarın hık deyicisi olmamaları”...
Tek bir KHK ile dün Ankara Üniversitesi’nden 70 akademisyen (SBF’den 23, İletişim Fakültesi’nden (İLEF) 16, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nden (DTCF) 12, İdari Bilimler Fakültesi ve Eğitim Fakültesi’nden 5’er, diğer bölümlerden 9) akademisyen kamu görevinden ihraç edildi.
Hocalar bildiriye imza mı atmışlar, atmamışlar mı, önem taşımıyor. Bir bildiriye imza atmanın cezası ömür boyu kamu görevlerinden yasaklama kararı olamaz.
Kaldı ki sözü edilen bildiri yayımlanalı bir yılı aşkın zaman geçmiş olup bu hocalar görevlerine aynen devam etmekteydi.
Diğer üniversitelerde imzacı birçok akademisyen halen göreve devam ediyor.
Bu arada AÜ DTCF Tiyatro bölümünde ders verecek hoca kalmadı...
IŞİD, Ortadoğu’da antik kentleri yağmalıyor, burada tiyatro bölümleri yok ediliyor... Fark nerede?
SBF’
1 milyon liranın üzerinde iletişim harcaması yapan TBMM Başkanlık Divanı üyesi CHP Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen baskılara daha fazla direnemedi, Divan’dan istifasını vermek zorunda kaldı. Gerçi parayı cebine atmamış yine devlet kurumuna aktarmıştı ama belli ki sorumluluk sınırını da hayli aşmıştı.
Elif Doğan Türkmen olayı medyada, özellikle de yandaş medyada hayli geniş yer alırken benzer bir olay nedense aynı ilgiyi görmedi.
Hangi olay mı? Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın son rahatsızlığı sırasında tedavi gördüğü özel hastaneye Meclis’ten 10 kadar garsonun gönderilip ziyaretçilere hizmet sunması... Bir de, Meclis lokantasından aynı ziyaretçilere gönderilen yemekler... Garsonlar konusunda bir şey diyemeyen Kahraman’ın yakınları yemeklerle ilgili, “Özel bir kebapçı dükkânıyla anlaşmıştık, yemekler oradan geldi” şeklinde açıklama yaptılar ama... CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel de dün yemeklerin lokantadan gittiği duyumunu aldıklarını, konuyu araştırdıklarını söylüyordu.
“Yüzden fazla porsiyon” olarak dillendirilen bu yemeklerin parası nereden, kimin cebinden ya da hangi fasıldan ödendi? Madem milletvekillerinin harcamaları mercek altına alındı bu da açıklanmalı. Tabii ki,
Yolcular uçağın yanında otobüsten inmişler, bavullarını gösteriyorlar. Bir ara uçağın ön kapısında uçak şirketinin minibüsü durmuş. İçinden kaptan pilotla yardımcı pilot inmişler. Simsiyah gözlüklü pilotların arasında sivil biri var. İki pilotun koluna girmiş, kokpite götürüyor. Yolcular görüntünün üzerinde fazla durmamış.
Uçak kalkmış, pistte hızla ilerlemeye başlamış. Kalkması gerekirken bir türlü kalkmıyor. Yolcular endişelenmeye başlamış. Uçak iyice hızlanmış ve pistin ucu görünmüş. 100 metre sonra pistin bitip çimlerin başladığını gören yolcular dehşet içinde çığlığı basmışlar;
- “Hayııırrr”
Tam o anda kaptan pilot levyeyi çekmiş, uçak tam pist biterken son anda havalanmış. Kaptan pilot arkasına yaslanmış, kendisi gibi anadan doğma görme özürlü olan yardımcı pilota dönmüş;
- Biliyor musun, demiş, bir gün “Hayııırrrr” diye çığlık atmakta gecikecekler ve hep birlikte öbür dünyayı boylayacağız.
Savaştan dönüş
1.Sen kahvaltını yaparkenya da gömleğini iliklerkenbombalarla yakılıyoradını hiç duymadığın kasabalariçindeki insanlarla: Kadın, erkekçocuk ve tüm canlılar.Bir kolu kopmuş kız çocuğubebeğini arıyor diğer eliyle.
Asker! Bir gece daha uyu.Son kez
Anayasa teklifinin Meclis süreci gibi referandum süreci de hukuk ve meşruiyete aykırı bir ortamda koşuya başlıyor.
Avrupa Konseyi’nin hukuk danışmanı Venedik Komisyonu’na göre bir anayasa değişikliği mutlaka özgür tartışma ortamında yapılmalı... Diyor ki Komisyon:
“Anayasa değişikliği aceleye getirilir, demokratik bir tartışma olmadan gerçekleşirse, siyasal istikrarsızlığa ve anayasanın meşruiyetten yoksun kalmasına yol açar...”
Her gün tutuklamaların yapıldığı... Farklı kesimlere korku salındığı... Hayır, diyenlerin saldırıya uğradığı, bir tweet attığı için mahkemeye çıkarılan hatta tutuklanan insanların var olduğu... Doğruyu yazan gazetecilerin sebepsiz olarak hapiste tutulduğu bir ortamda ne anayasa tartışması yapılabilir ne ortaya milletin özgür iradesini temsil eden bir anayasa çıkar...
Hoş, anayasa teklifinin tartışılmasını isteyen bir iktidar da görünürde yoktur... Sürecin pek değinilmeyen bir yanına geçelim. Venedik Komisyonu 2006 yılındaki bir raporunda diyor ki:
“Referandumda seçmenler, aralarında asli bir bağ olmayan farklı sorulara aynı anda oy vermek zorunda bırakılmamalıdır. Seçmenin sorulardan birini desteklerken bir başkasına karşı olabileceği dikkate alınmalıdır....”
Gü
Olmayacaktır ya, hadi oldu...
Referandum yapıldı ve “Evet”ler yüzde 55 gibi bir oran çıktı diyelim...
Bir ülkenin rejimi böyle şıpınişi değiştirilebilir, halkın yüzde 100’ü bu sonucu kabullenerek sesini keser mi?
Evet, bir ülke halkı kendi yaşam dönemini düzenleyebilir.
Ama gelecek nesillerin hayatı adına karar verebilir mi? Böyle bir yetkisi olabilir mi?
Bir kurucu meclis kurulsaydı, özgür tartışma ortamı sağlansaydı, rejim değişikliği ciddiyetle ele alınabilirdi.
Ancak mevcut ortamda bunların hiçbiri yok. Belli siyasi görüşte bir halk tabakasının OHAL koşullarında, yani yasaklı bir ortamda vereceği kararın bugünü ve yarınıyla tüm ulusun hayatını biçimlendirmesi söz konusu.
Cumhuriyet’in kurucularından ve 1924 Anayasası mimarlarından Mahmut Esat Bozkurt konuşuyor: