2016 yılında 5 binden fazla kişinin Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan yargılandığını gazetelerde okuyan bir okurumuz not göndermiş, soruyor:
- Daha önceki cumhurbaşkanları acaba kaç hakaret davası açmıştı...
Bu soruyu 2000 - 2007 yılları arasında görev yapan 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i bire bir izlemiş bir isme naklettik. Cevap:
- Ahmet Necdet Sezer tek bir vatandaşa bile hakaret davası açmadı...
- Savcılar resen böyle bir dava açmış olabilir mi?
- Savcılar da Cumhurbaşkanı adına hiç kimseye hakaret davası açmadı...
Ahmet Necdet Sezer görevi boyunca özellikle Meclis’ten gelen yasaları veto ettiğinde ağır saldırılara uğramıştı. Konuştuğumuz kişi ekledi:
-
Meral Akşener 2019 seçiminde Cumhurbaşkanı adayı olabilecek mi?
Akşener’in aday olabilmesi için malum; halktan 100 bin imza toplanması gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Fransa gezisi öncesi “100 bin imzanın noter kanalıyla toplanacağını” bildirdi.
Doğu Perinçek’i 100 bin imza ile aday göstermeye hazırlanan Vatan Partisi’nin Genel Sekreteri Utku Reyhan ise dedi ki:
- 100 bin seçmenin hangi usulle bir kişiyi Cumhurbaşkanı adayı göstereceğine ilişkin henüz bir uyum yasası çıkartılmamıştır. Yeni Anayasa’da noterden söz etmemektedir. Dolayısıyla buradaki belirsizlik sürmektedir...
İmzaların noter kanalıyla toplanması şart koşulursa her bir imza için asgari 150 liradan, 100 bin imza için toplam 15 milyon lira noter masrafı gerekecek.
Demir Kilise
Titiz bir restorasyonla yenilenen, Demir Kilise adıyla ünlü Stevi Stefan Bulgar Ortodoks Kilisesi, pazar günü Cumhurbaşkanı
Çok muhterem bir dostumuzu, Aydın Boysan ağabeyimizi, değerli sanatçı Münir Özkul ile aynı günde kaybettik. Aydın Ağabey süzme bir halk adamı, son İstanbul beyefendisiydi. 97 yıl güzel yaşadı, çevresine güzellikler yaşattı ve dün sabah sessizce aramızdan ayrıldı. En büyük keyfi dostlarıyla birarada olmaktı. İçki masaları dostlarını görmek için vesileydi. Herkes için her zaman iyi şeyler düşündü. Herkese mutluluk aşıladı. Mimardı, 60’ından sonra yazarlığa başlamıştı. Çok güzel mizah kitapları yazdı. Halk onu mizah adamı olarak tanıdı. O ise hep mizahın güldüren değil düşündüren bir sanat olduğunu anlatırdı. Dünyayı karış karış gezdi. Gördüklerini ve hayat deneyimlerini kitaplarına döktü, gelecek nesillere çok değerli dersler bıraktı...
Aydın Ağabey hayatını anlatmaya:
“Ben doğduğumda son Osmanlı Padişahı Vahdettin henüz tahtında idi (1921, 17 Haziran) Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmuştu” diye başlar...
Fakir ve namuslu insanların semti Narlıkapı’da doğmuştur. Cumhuriyet İstanbul’unda büyümüştür. Ülkenin bugünkü halinden şikâyet ederken içini çeker:
“Hızır gelip de bir kez daha ömrümün bir bölümünü yaşama fırsatını verse ben ilk yılları seçerim. Patlak ayakkabılarım, yarı aç midem,
Diyanet İşleri yine eleştiri yağmuru altında... Konu bu defa kız çocuklarının evlilik yaşı... Sözcü’den Ali Ekber Ertürk’ün haberine göre Diyanet’in resmi web sitesinde buluğ çağına giren kız çocuğunun evlenebileceği kaydediliyor. Bir başka yerde de “bulûğ” tanımlanırken, kızların 9, erkeklerin ise 12 yaşına basmaları halinde bulûğa erdikleri belirtiliyor. Bu kayıtlar yan yana getirilince 9 yaşındaki kız çocuğu evlenebilir anlamı ortaya çıkıyor.
Diyanet’in bu ve benzeri mesajları yaşadığımız çağa uymuyor.
Medeni Kanun’da kız ve erkeğin evlenme yaşı asgari 17’dir...
Ne mi yapmalı? Diyanet internet sitesine kocaman bir yazı koymalı.
Ve orada:
“Kurumumuz vatandaşların merak ettiği konuları İslami açından yorumlar. Ancak vatandaşlar günlük yaşamda bizim yorumlarımıza göre değil Medeni Kanun ve diğer mevcut yasalara göre hareket etmek zorundadır” demeli...
Kısaca Diyanet İşleri “devlet içinde devlet” veya “devlet üstünde devlet” gibi hareket etmekten vazgeçmeli.
En açık sözlüsü Sivas’tan çıktı...
Kimi dinci dernekler yılbaşında “Mekke’nin Fethi” adı altında alternatif kutlamalar düzenliyor. Aydın din adamı İhsan Eliaçık “Peygamber dönemi dahil İslam tarihinde böyle bir gün hiç kutlanmadı. Tarihi uymaz, tamamen uydurmadır” diyorsa da dinleyen yok. Sivas’ta Anadolu Gençlik Derneği tarafından düzenlenen Mekke’nin Fethi yürüyüşünde Dernek Başkanı Bülent Şimşek açık konuşuyor:
- Bu yürüyüşteki amacımız hem insanımızın hem de Sivaslı hemşehrilerimizin yılbaşını kutlamalarına engel olmak, bu kutlamalardan vazgeçirmektir...
Nedir kafayı yılbaşı kutlamalarına takanların dertleri...
İslamiyet’i savunmak derseniz, yılbaşının Hıristiyan âdeti olmadığı bin kez yazıldı, çizildi söylendi... Bir takvim bayramı sonuçta...
Sanırız dertleri insanların özgürce davranması ve eğlenmesidir...
Onlar milli bayramlara da karşılar. 1 Mayıs’ta insanların Taksim’de toplanıp halay çekmesine de... Dansa, müziğe, tiyatroya, operaya, baleye, mizaha, karikatüre falan da karşılar.
Herkes onlar gibi yaşasın, onlar gibi düşünsün, onların istediği gibi davransın derdindeler. Adım adım tek tip insan, tek tip toplum yaratma hevesindeler.
Eminönü’ndeki “Nimet Abla” gişesi her yılbaşında olduğu gibi yine dolup taşıyor, vatandaş bilet almak için saatlerce kuyrukta bekliyor. Nimet Abla gişesinin bu şöhreti nereden geliyor? Gerçekten uğurlu gişe midir?
Mete Tunçay’ın “Türkiye’de Piyango Tarihi” adlı kitabını açıyoruz,... Kitabın bir yerinde rahmetli Yener Süsoy’un “Nimet Abla”nın eşi İsmail Özden’le yaptığı, Milliyet’te yayımlanmış eski bir röportaj yer alıyor. Soruyor Süsoy:
- Bugüne kadar sizin sattığınız biletlere çıkan ikramiyelerin toplamı ne kadar?
- Ne bileyim ben... Çok milyonlar çıktı. Büyük ikramiyenin 100 bin olduğu zamanlar tesadüfen, iki ayda bir mutlaka bizim sattığımız biletlere çıkardı. 100 bin değilse, 50 bin çıkardı. Ama biz yine 100 binin satıcısını bulup reklamımızı yapardık...
- Onu nasıl yapıyordunuz?..
- Mesela bir seyyar satıcıya çıkmış veya başka bayiye. Ona parasını öder, alırdık bileti, bizim gişeden çıktı diye reklamını yapardık...
Nimet Abla muhtemelen büyük ikramiyeyi biraz fazla para vererek satın alıyordu. Bu arada basınla ilişkileri iyi yürütüyor, çıkan haberlerin kupürlerini camekâna yapıştırıp müşterileri etkiliyordu. Kocasının zarar ettiği gişeyi ele alıp yıllar içinde kâra geçirmişti.
Son referandum sonrası Kemal Kılıçdaroğlu, YSK’nın mühürsüz zarf ve pusula kararını protesto için neden CHP’lilerle birlikte YSK’nın kapısına gitmediğini:
“Sokaklarda sopalı, hatta silahlı kişilerin olacağına ilişkin çok ciddi duyumlar vardı” şeklinde açıklamıştı.
Sopalı ve silahlı militanlar bu defa cezadan muaf olacağı için benzer olaylarda bu tür tehditler çok daha yoğun ve ciddi olacaktır. Deniyor ki; “Efendim çıkarılan 696 sayılı KHK sadece 15 ve 16 Temmuz günlerini kapsar”... Yargıç önüne gelen davada kararnamenin lafzına bakar. Orada da böyle bir açıklık yok. Kaldı ki parti militanları yeni bir durumda “Nasıl olsa buna da af çıkar” diye barbarlığa girişmez mi?
? ? ?
Çağdaş demokrasilerde, eli silahlı bir kişiden şüphelenerek öldüren asker ve polis dahi “Acaba sağ ele geçiremez miydi?” diye sorgulanır... Oysa son kararname ile sivile “Şüphelendiğin kişiyi vur, cezadan muafsın” deniyor. Resmi görevli kanuna göre hareket eder. Burada sivile kafasına göre hareket etme yetkisi veriliyor.
Şu mesaj da Doç. Ahmet K. Han’dan:
“Bireyin vücut bütünlüğüne yönelik olarak işlenenler başta, kamu menfaat ve güvenliğini hedef alan fiiller, haklı veya haksız, hiçbir mazeret
Önceki gün açıklanan 695 ve 696 sayılı KHK’lar gündeme bomba gibi düştü.
696 sayılı KHK’ya göre: “Resmi görevleri olmasa da, 15.7.2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişilerin hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu olmayacak”.
Genel kanı... Bir protesto gösterisine saldırarak suç işleyen siviller mahkemede bu olayın 15 Temmuz’un devamı veya bir terör eylemi olduğunu öne sürerek cezadan kurtulabilecek. Bu madde bir başka deyişle iç savaşa davetiye!
AKP sözcüsü Mahir Ünal dün bir açıklama yaparak bu kararnamenin sadece 15 ve 16 Temmuz tarihlerini kapsadığını bildirdi. Ne var ki, kararnamenin ucu açık... 16 Temmuz diye bir sınır yok. Mahir Ünal’ın açıklaması hukuki bir değer taşımıyor.
Kaldı ki 15 - 16 Temmuz günlerinde suç işleyen sivil vatandaşlar için af çıkartmak da hukuka uygun değil... E. savcı Ali Özgündüz’ün dün hatırlattığı gibi, Af yasaları TBMM tarafından ancak nitelikli çoğunlukla çıkarılabilir. Bir kayıt da ceza profesörü Adem Sözüer’den:
- İşlenmiş suçlardan dolayı af ama gelecekte işlenecek suçlardan dolayı sorumluluk doğmayacağı yönünde hukuki düzenleme