TSK ve ÖSO, Afrin’e ilerlerken Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç kez şu açıklamayı yaptı:
“Afrin’den sonra Menbiç’i teröristlerden arındıracağız, sonra Irak sınırına kadar hiçbir terörist bırakmayana kadar bu mücadelemizi sürdüreceğiz.”
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da hafta sonu yaptığı açıklamada “ABD’nin bu terör örgütüyle bağını koparması gerekiyor. Menbiç’ten derhal çekilmeleri gerekiyor” demişti.
ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel, dün bizim tarafa meydan okudu: “Menbiç’ten ayrılmayı düşünmediklerini” açıkladı.
Türkiye şimdi ne yapacak, diye merak edilirken Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ şaşırtıcı bir açıklama yaptı ve dedi ki:
“Zeytin Dalı Harekâtı sınırlı bir harekât. Kapsamı Afrin bölgesinin sınırları içerisindeki terör örgütleri ve teröristlerdir.”
Bu sözlerden (dün itibarıyla) Menbiç ve ötesine yönelik harekâttan vazgeçildiği anlamı çıkıyor.
Bozdağ
1989 yılından bu yana yaklaşık 30 yıldır hizmet veren Abdi İpekçi Spor Salonu yıkılıyor... 12 bin 500 kişilik bu salon yerine 20 bin kişilik yeni bir salon ve spor kompleksi yapılacak.
Peki yapılacak yeni salonun adı ne olacak?
Esen havaya bakılırsa yeni komplekse Abdi İpekçi adı verilmeyecek.
Yani salonla birlikte Abdi İpekçi adı da yıkılacak!
Mesleğe spor muhabiri olarak başlayan ve basın mesleğine büyük katkılarda bulunan Abdi İpekçi’ye toplumun ve devletin ödediği küçük bir borçtur o isim.... Adının kaldırılması hatırasına saldırı olur.
Abdi İpekçi adı salonun değil vefanın adıdır... Yurttaşlar buna izin vermemeli...
Minibüs vurdu...
Olay İstanbul Elmadağ’da meydana geldi. Hepinizin tanıdığı bir yazar, kör bir sokakta rastladığı arkadaşına hal hatır sorarken
Gazeteciliğin onur bayrağı Uğur Mumcu’yu katledilişinin 25. yılında sevgi ve saygıyla anıyoruz...
O, bugün şikâyet edilen koşulların oluşmaması için... Halkı gelecekle ilgili uyarmak için... Hukuk, demokrasi, laiklik için... Soyulmayan, sömürülmeyen, dünyada itibar sahibi bir Türkiye için mücadele vermişti... Hiç kuşku yok güçlü ilkeleri, güçlü kalemi yüzünden katledildi.
Cinayetin faili olarak birkaç tetikçi bulundu. Ama arkalarındaki esas failler karanlıkta kaldı.
O uğursuz gün, patlamadan hemen sonra olay yerine giden Savcı Nusret Demiral’ın sözleri hatırımızdadır:
- Bu cinayet yabancı kaynaklıysa faili bulunmaz...
Olay yerini gezdikten sonra da söylediği şuydu:
- Bu cinayet yabancı kaynaklı...
Devlet faili bulmayacağını oracıkta ilan etmişti.
Amerika bizim neyimiz olur? İlişkimiz “Dost, müttefik, stratejik ortak” diye tanımlandı bugüne kadar. Hâlâ da adı müttefik olarak geçiyor. Peki müttefikler savaşır mı? Savaşıyoruz. Şu sırada ABD ile dolaylı bir savaştayız... Afrin’de karşı karşıya geldiğimiz YPG, ABD’nin “Kara gücüm” diyerek tanımladığı askeri yapıdır... O zaman?
“ABD ile ilişkilerimiz yeniden tanımlanmalıdır”, diyor emekli general Nejat Eslen, “Soğuk Savaş’tan bu yana değişmeyen tanımlar artık gerçeğe uymamaktadır...”
ABD kısa süre önce yeni bir strateji planlaması yaptı... Rusya ve Çin’i rakip güç olarak, Kuzey Kore ve İran’ı düşman olarak belirledi... Bu ülkelerden ikisi, Rusya ve İran komşumuz. Stratejik hedeflerimiz bu iki ülkeyle daha iyi uyuşuyor. Dost! ABD ise bölgede (Türkiye’ye de uzanacak) bir Kürt devletinin kuruluş hazırlıklarıyla meşgul. Hem de Türkiye’nin sağladığı üslerden de yararlanarak... Özetle, dost diye diye kendi kendimizi vuruyoruz...
Soğuk Savaş 28 yıl önce bitti. Dünya değişen küresel güç dengelerine göre yeniden biçimleniyor. ABD’ye bizimle dost olma koşullarını yeniden tebliğ etmemiz, olmazsa üslerden başlayarak her türlü iş birliğini masaya yatırmamız gerekiyor. Uyumayalım...
Basın
Kültür Bakanı Numan Kurtulmuş’un Çaykovski takıntısını önce Ertuğrul Özkök yazmıştı. Ertesi gün Kültür Bakanlığı Basın Müşaviri Osman Yılmaz onu arıyor.
Neler söylediğini Özkök şöyle anlatıyor:
“Sinan Çetin’in güya tek parti döneminde, devletin asker zoruyla kafalarına silah dayayıp insanlara zorla klasik müzik dinlettiğini anlatan bir kısa filmi var...
Haksız bir filmdir ve bir döneme atılan en büyük iftiralardan biridir.
Bakanlık işte bu berbat vodvili, düzenlediği toplantılarda vatandaşlara seyrettiriyormuş...”
Sözü geçen filmde jandarma bir evi basıyor. Silahları evdekilere doğrultuyor:
“Ne yapıyorsunuz lan siz burada?”
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun eşinin sosyal medya hesabında domuz eti yediğini açıklaması CHP karşıtları için bulunmaz nimet oldu. Birkaç gündür CHP’nin yeni il başkanını buradan da vurmaya çalışıyorlar.
Meslektaşımız Soner Yalçın, uluslararası gıda tekellerinin Türkiye’yi ve Türk insanını nasıl bir kıskaca aldıklarını anlatan, derin araştırmalara dayalı bir kitap yazdı: Saklı Seçilmişler.
Araştırması 5 yıl, yazması 8 ay süren kitaptaki en ilginç bölümlerden biri, kullandığımız gıdalara katılan domuz ürünleri. Örneğin;
- Kimi yoğurtlarda kıvamı artırmak için kullanılan jelatinde domuz derisi varmış...
- Kimi una ve hamura domuz kılı saçından yapılan E 920 konuyormuş...
- Kimi ithal hayvan yeminde domuz kemiği- domuz kanı varmış...
- Kimi kek ve pastalarda domuz iç yağı kullanılıyormuş...
- Kimi et suyu tabletleri hazır köfte harçları, hamburger, hazır çorbalar, çiğ köfte ve benzeri birçok üründe kullanılan
Bir adı da Çılgın Proje olan Kanal İstanbul’un bir büyük şaka olduğunu düşünmek istiyorduk. Ne var ki iş giderek ciddileşiyor. Ulaştırma Bakanı Arslan dün Kanal’ın güzergâhını açıkladı. Temelinin bu yıl atılması bekleniyor.
Marmara’yı Küçükçekmece’den başlayarak Karadeniz’e bağlayacak, uzunluğu 45 kilometre, genişliği 150 metre, derinliği 25 metre bir kanal...
Çıkan toprak ile kanalın iki ucunda denizde üç ada oluşturulacakmış.
Adalar da turizme açılacak, buradan para kazanılacakmış!
Finansmana gelince... Kanal için yapacağınız 15 milyar liralık yatırımı nasıl karşılayacaksınız?
Montrö Antlaşması’na göre barış zamanlarında tüm gemiler boğazlardan ücret ödemeden geçerler. Bir başka kanaldan geçmeye zorlayamazsınız.
Diyelim zorladınız... Boğaz’dan günde geçen 150 geminin tümünü kanala sevk ettiniz. Ve her birinden 5 bin lira gibi astronomik bir ücret aldınız. Bu halde bile yatıracağınız 15 milyar lirayı ancak 50 küsur yılda çıkartırsınız.
Boğaz’ın uzunluğu 30 kilometre, eni en dar yerde 700 metre... Kanal’ın uzunluğu 45 kilometre, eni 150 metre olacakmış. Kanalda trafik mecburen tek yönlü olacak. Boğaz geçişi 2 saat sürüyor. Kanal en iyi ihtimalle üç dört katı zaman alacak... Gemiler bu zah
CHP Milletvekili Haluk Pekşen’in ağzından... Rize Yat Limanı’na dolgu için dökülen taşların eridiğini ve mendireğin sulara gömüldüğünü geçen gün yazmıştık.
Brezilya’dan getirilen suda yaşayan ağaçlarla desteklenen Haliç’teki Bulgar kilisesinin ise 100 yıl ayakta durduğunu eklemiştik.
Dikkatli okurlarımız yeni tehlikelere dikkat çekiyorlar...
Örneğin Rize - Artvin Havaalanı için halen deniz doldurulmaktadır... Denize 88.5 milyon ton dolgu malzemesi dökülecektir. Gelecekte bu taşların da erime riski var mıdır?
Haluk Pekşen: “Vardır” diyor... Ve bize işin tekniğini anlatıyor...
- Malzemenin hangi taşocağından alınacağını müteahhit ihaleye girerken işverene bildirir. İşveren o taş ocağının ürününü analiz ettirir. Uygunsa denize dökülmesine izin verir. Veya müteahhit işverene “Bana taş ocağını siz gösterin taşı ben oradan alayım” der. İşveren de taşını analiz ettirdiği taş ocaklarını gösterir, müteahhit oradan alım yapar. Rize’deki yat limanı dolgusunda bu kurallara uyulmamıştır. O yüzden taşlar erimiş liman çökmüştür. Eğer Rize - Artvin Havaalanı inşaatında da başına buyruk hareket edilirse havaalanı çökme riskine girer...
Deniz dolgusuyla yapılan bir de Ordu Giresun Havaalanı