Mehmet Yalçın

Mehmet Yalçın

Tüm Yazıları

Avrupa’nın en iddialı biralarının yapıldığı Belçika’nın başkenti Brüksel’de 6. Bira ve Sağlık Sempozyumu’nu izledim. Doktorlar biranın sağlığa yararlarını anlatırken, Belçikalılar da biranın tadını çıkarıyordu


‘Bira göbeği’nin sorumlusu bira değil

“Bira ve Sağlık”sempozyumunda doktorlar “Bira da şarap gibi kalbe yararlı” dediler.

18 derecelik sonbahar soğuğunun ceket ve montlarına büründürdüğü Brükselliler, bulutların ardından sızan öğlen güneşini kaçırmamak için kafelerin teraslarını doldurmuşlardı. Bir kafenin terasına biz de iliştik ve siparişlerimizi vermek için bira kartını incelerken kartları bırakıp yanımızda gerçekleşen ilginç servis ritüelini izlemeye koyulduk. Siyah önlüklü garson, tepsiyle gülümseyerek tuhaf bir ahşap servis takımı getirdi. Tahta bir kaidenin üzerinde ayaksız, dibi top gibi bir kadeh ve onu boynundan kavrayan yine tahta bir tutamak vardı. Garson yanında getirdiği kara şişedeki birayı gazını kaçırtmadan özenle açtı, deney tüplerini andıran acayip kadehi eğerek birayı azar azar doldurmaya başladı. Sanki bardağa bira doldurmuyor, adeta yıllanmış bir şarabı karafa süzüyordu. Koyu kehribar renkli sıvı ağır ağır döküldükçe köpürdü, şişe bitince bardak da dolmuş oldu. Dibi kıpkızıl, üstünün yarısı da fildişi rengi köpüklü bardak fena halde kışkırtıcı görünüyordu. Grubumuzdan Teoman Hünal “İyidir ama Belçika’nın en iyi biralarından değildir” dese de birkaç arkadaşımız coşup bu biradan ısmarladı.
Önceki hafta, bir grup yeme-içme yazarı Efes’in davetlisi olarak Brüksel’deydik. Belçika’nın başkentine gidiş sebebimiz
6. Uluslararası Bira ve Sağlık Sempozyumu’ydu ama sadece sempozyumla yetinmedik, biranın sağlığa -ve mutluluğa- faydalarını yukarıdaki gibi bizzat bol bol bira tadarak inceledik...

‘Bira göbeği’nin sorumlusu bira değil

En ünlü biraları manastırlarda papazlar üretiyor.

“Spordan sonra bira içilir”
Bira ve sağlık ilişkisini inceleyen sempozyumlar dizisinin altıncısı, tarihî Solvay kütüphanesinin görkemli salonunda yapıldı. Bildirilerin başlıklarının da popülerliğinden olsa gerek, kütüphanede tek boş sandalye kalmamıştı: “Bira içmek bira göbeği yapar mı?”, “Kararında bira tüketimi neden kalbe faydalıdır?”, “Spordan sonra bira içmeli mi?”...
Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinden gelen akademisyenlerin bildirileri gerçekten ilginçti. Bunların en çarpıcısı, Danimarkalı beslenme profesörü Arne Astrup’un teziydi. Arnup, yüzlerce bira içicisi üzerinde araştırmalar yapmış ve sonucunda “bira göbeği” ile biranın doğrudan ilişkisi olmadığını saptamıştı. “Belli bir miktarın altında bira içenlerin daha çok zeytinyağı, sebze ve beyaz et ağırlıklı beslendiğini ve ara ara spor yaptığını gördük. Bu kişiler arasında sigara tiryakiliğine de az rastlanıyor. Birayı çok fazla içenler ise genellikle çok sigara içiyor, sigara nefeslerini tıkadığı için az hareket ediyor, öte yandan bira sunulan mekânlarda trans yağlı kızartma yiyeceklerle besleniyorlar. ‘Bira göbeği’ denen şişmanlamadan biranın kendisi değil, bu yaşam tarzı sorumlu” diyordu.
Kalp sağlığıyla ilgili araştırmayı ise Hollandalı Dr. Henk Hendriks yapmıştı. Onun da tezi, “Makul miktarda ama düzenli bira içenler kalp sağlığı açısından hiç içmeyenlere göre daha şanslı. Haftada bir birim bira içende 1 birim olan kalp krizi geçirme riski, 5-7 gün boyunca 1 birim içende 0.6’ya iniyor. Düzenli ama kararında bira içilmesini, sigara içmemeyi, Akdeniz mutfağı ağırlıklı beslenmeyi ve düzenli aktiviteyi öneriyoruz” şeklindeydi.
Spordan sonra biraya gelince, yine az olmak üzere hekimler onu da tavsiye ediyorlar, vücudun su ve mineral kaybı için birayı ideal bir içecek olarak niteliyorlardı.
Rekortmen bar Delirium’da 2 bin seçenek bulunuyor
Bu kadar teoriden sonra, biraz da pratik yapmaya karar verdik ve aramızdaki “bira gurusu” Teoman Hünal’ın rehberliğinde Belçika biralarını keşfe koyulduk. Kafelerdeki tadımlarda “Trappist” denilen beş manastırın dördünün de biralarını tattık; papazların sadece tanrıya değil, zengin lezzetler arayan damaklara da hizmet ettiğini gördük. Maya tortularıyla birlikte şişelendiği için bulanık olan, koyu renkli ve ağdalı kıvamlı, yüksek alkollü ve kalıcı lezzetli bu biralar, adeta bira ile viski arasında bir yerdeydiler. Zaten asla çok soğuk içilmiyor, 12-14 derece arasında “hafif serin” sunuluyorlardı.
Turuncu renkli ve meyvemsi Orval, koyu maun renkli ve kavrulmuş arpa lezzetli Rochefort, adeta siyaha çalan karamel ve deri nüanslı Westmalle muhteşemdi. Trappist biralarının en tanınanı Chimay ise Belçika’da biraz ticarî bulunuyor, diğerleri kadar itibar görmüyordu. Belçika’nın ünlü midye yahnileriyle bu biraları tattıktan sonra geceleri de lüks restoranları ve popüler barları keşfettik. Guinness Rekorlar Kitabı tarafından “Dünyanın en çok bira bulunduran barı” seçilen Delirium’da 2 bin biranın içinden seçmekte zorlandık. Listede Türkiye bölümünü ve orada da Efes’i görünce de gururlandık.
Ülkenin güneyindeki ziyaret ettiğimiz Orval manastırında da ünlü bira yazarı Michael Jackson’ın “Dünyanın en iyi 10 birasından biri” dediği biranın yapılış serüvenini gördük. Papazların nezaretinde üretilen biranın şişelendikten sonra tıpkı şampanya gibi ikinci bir kez daha mayalandığını, aylar süren bu işlemin tadı zenginleştirip derinleştirdiğini dinledik.
Belçika’daki bu kısa gezinin izlenimleri, son aylarda dünya bira sahnesindeki yeni ve renkli ürünler, şarabı pahalı bulanların biraya yönelmekte oluşu, küresel ısınmanın ferahlatıcı içkilere özlemi arttırması, Türkiye piyasasının tarihindeki en zengin bira çeşitliliğine kavuşması gibi unsurları bir arada değerlendirince, biranın hayatımızda daha önemli bir yer kaplayacağını hissetmemek mümkün değil. 20. yüzyılın son çeyreği, yeryüzünün en değerli sıvılarından zeytinyağı ile şarabın büyük çıkışlarına sahne olmuştu. Dünyanın en eski alkollü içeceği, birçok ülkede içkiden çok bir gıda maddesi olarak görülen bira ise bu dönemde gölgede kalmıştı. Şarap gibi sağlıklı bir içecek olduğunun daha fazla vurgulanması, kaliteli mekânlarda yemeklerle eşleşmesi, butik çeşitlerinin lezzet yelpazesini zenginleştirmesiyle, bira da itibarını yükseltecek gibi görünüyor...