Korona sayesinde “kişisel alan” öğreniliyor. Bu da pandeminin artısı olsun. Herkes “Hayat eskisi gibi olmayacak, artık dünya değişti” diye yüksek perdeden ata tuta konuşmakta. Valla bundan sonra hep evden mi çalışırız, uçağa değil arabaya mı daha çok bineriz, komple şehirleri terk edip kırsala mı gideriz, bilemem. Hayır, hobi olarak sosyologluk gene yapın, yapmayın demiyorum ama beni o kadar da ilgilendirmiyor bunlar.
Benim değişimden en çok beklediğim, en azından bizim gibi dip dibe yaşamayı âdet edinmiş toplumlar için, biraz mesafe. Azıcık mesafe. Kişisel alan. “Üstüme çıkma be adam” demeye gerek kalmadan, zaten üstüme çıkılmayan bir dünya. Mesafeli bir dünya. İki metre aralıklı bir dünya...
İnsanlara artık “Pardon, biraz ilerde durabilir misiniz?” demek istemiyorum. Bunu söyleyince kırk türlü laf anlatmak, kibar olmaya çalışmak falan bunları da istemiyorum. Bunların hiçbirine gerek olmamalı. Kimse kimsenin dibine girmemeli. Kimse tanımadığı insanlarla yapışık kardeş gibi yaşamak istemediği için yargılanmamalı.
Birbirinize iki metreden fazla yaklaşmayın deniyor ya. İşte koronanın koyduğu en müthiş ölçü budur. Gerisi fasa fiso. Yeni dünya, eğer böyle bir post-korona yeni dünya olacaksa, iki metre aralıklı olsun.
Bir keresinde iskelede vapuru bekliyordum. Önceki vapuru kaçırdığımdan, bir sonraki vapur için ilk sıradaydım. Yani kapının tam önünde duruyordum. Dışarı bakmak için cama iyice yaklaşmıştım. Camla aramda 30 santim vardı ve o anda yanımdan beni zorlayarak kendine yer açan biri önüme geçmişti. 30 santim bir karış eder. Neden bu adam, ben ve cam arasındaki bir karışa sığabileceğini düşünüyordu? Bizim eğitim sistemimizin hangi noktasında biz insanlara böyle bir bilgiyi aşılıyorduk? Anne babalar, geleneksel aile yapımız tam olarak ne zaman “Bir karışa sıkışabilirsin, birbirinize dokunabilirsiniz, sıkıntı yok” mesajı veriyordu masum bebeklerimize de bu kişi önüme geçmeye çalışıyordu beni dirsekleyerek? Neden bu normaldi ama buna itiraz etmek anormallikti?
Kişisel alan kavramının Amerikan kültüründeki köklerini anlatan bir yazı okumuştum. Bu normun temelinde özel arazi yatıyor. Hani kovboy filmlerinde arazisine girene sorgusuz sualsiz ateş eden çiftçiler vardır ya... “Burası özel arazi, hemen burayı terk et” diyen aksi adamlardan bahsediyorum. Hah işte o adamlar kendi özel alanlarını koruyorlar. Özel mülkün kutsal olduğu Amerikan kültüründe sıradan Amerikalı sistemin temelini tüfeğiyle korumakta. Kişisel alan işte böyle tüfekle korunarak elde edildiğinden kurumsallaşması da doğal. Nezaket ve medeniyet belirtisi değil sadece, tüfek zoruyla kazanılmış bir hak ve sistemin temel taşlarından biri. Birbirinin dibine girmiyorsun.
Ben bu kişisel alan meselesinde en büyük mağdurların kadınlar olduğunu da gayet iyi biliyorum. Dizini açarak oturan adam beni de rahatsız ediyor ama kadınlar için durum tartışmasız daha da berbat. Sosyal mesafesini koruyamayan medeniyetsiz yaratık bana da sıkıntı veriyor ama kadınların içinde bulunduğu durumda sırf -olmayan- kişisel alan kültürü yüzünden yedikleri taciz çok ama çok daha önemli ve acil çözülmesi gereken bir konu.
Geçen gün sosyal mesafeli namaz haberinin görseline bakıyordum. Camide herkes muntazam bir şekilde arada iki metre bırakarak dizilmiş, namaz kılıyor. Gayet medeni bir görüntüydü. Şimdi hastalık geçince eskisi gibi dip dibe, üst üste olunduğunda insanlar rahatsız olmayacaklar mı acaba? Ne iyiydi rahattık demeyecekler mi? (Bu retorik bir soru değil gerçek bir soru yanıtını bilmiyorum.)
Korona bize bir şans sunuyor değerli okurlar. Evet, hastalık insanlığın başında bela ama belki ondan faydalanabiliriz, belki bu şerden bir hayır çıkarabiliriz. Bize tüfek, tabanca zoruyla değil, Kovid-19 üzerinden, yani bir bakıma mantık ve bilim ışığında kişisel alan kültürüne geçme şansı sunuldu. Bunu değerlendirmemiz ve bu muz ortayı gole çevirmemiz şart. Sosyal mesafeyi salgından sonra da koruyalım.