Kimilerine göre bir milyon dolar bulamadığımız için. Bana göreyse olayın parayla pulla alakası yok. Bakın anlatayım. Daha doğrusu hatırlatayım
Bizim dünya çapında bir piyanist ve bestecimiz var. İşler istediği gibi gitmediğinde televizyona çıkıp birilerine (ve bana) hakaret etmesiyle tanınır. Bu değerli müzisyen 2007’de varoşlara neden kültür gitmediğini şöyle yazmıştı:
“İstanbul okullarında 1000 konser’ isimli bir projem vardı. 200 okul belirlenecek, her birine beş konser götürülecek. Bir-iki öğrenim yılı içinde 600 bin çocuğa ulaşılacaktı... 2002’de Türkiye’ye dönme sebebimdi bu proje; çalmadık kapı bırakmadım ama sponsor bulamadım. Toplam bütçe 1 milyon dolardı.”
Bir de şunu dinleyin: Yıl 1975. Venezuela’da bir garaj. 11 çocuk, birkaç nota sehpası ve enstrümanlar. Hepsi bu. Çalışmaya başladılar. Başlarındaki insan varoşlardaki suçla müzik aracılığıyla mücadele edilebileceğini iddia etti. Kimse ona inanmadı. Ama o ve çocukları yılmadı. Klasik müzik çalıştılar. Orkestralar kurdular. Kimseden destek almıyorlardı. Ta ki 1977’de İskoçya’daki bir yarışmada birinci olana kadar. O noktada memleketlerinde dikkat çektiler. Sosyal örgütler ve bakanlıklardan yardım alarak
Tatil ortamı da Türkiye değil mi? Orası da memleket. Gündemse o da gündem.
Tatilde olduğumuzu hissettiren o güzel detaylar, klişeler hala yerinde duruyor mu? Birlikte tatil gündemimize bakalım.
* Bir kere tombul Efes şişeli üstü çıplak göbekli tatilci duruyor. Bu sefer farklı olarak tıpkı Türk gibi tombul bira şişesini baş parmak ve işaret parmağının yanıyla ağzından kıstırıp yürüyen şortlu, göbekli Hollandalı gördüm. “Üstadım nasıl kaptınız bu taktiği” dedim. “Her yaz geliyoruz” dedi.
* “Denize en son giren adam”ı gördüm. Herkes giyinip yemeğe geçince o sahile gidiyor. Ayrıca “Denize ilk giren adam”ı da gördüm. “Saatlerce kulaç atan adam”la beraber takılıyorlardı.
* Bütün gün denize girip güneşte kavrulan ve akşam yanmış tene beyaz gömlek giyerek piyasaya çıkan tatilci de kaybolmamış. Çokça gördüm, memnuniyetle.
* Kumlu ayak, kızgın kumda yanan ayak, gaddar çakıl taşlarının ayak tabanına eziyeti gibi gelenekler de yaşıyor sahillerimizde.
* Sekiz bacaklı, kan emen hortumlu kanatlı vızıl vızıl sevimli dostlarımız da her yerdeler. Özlemişiz. Odaya girince “N’aber abi selamın aleyküm” diye geliyorlar anında...
Adele: Şu an Amerika’da ondan daha fazla satan bir şey yok. İki albümüyle birden Billboard Top 40 listesinde. İngiliz R&B şarkıcısı bu yıl yayımlanan “21” isimli albümüyle çok ciddi başarı yakaladı. Şarkılar ve sözler hep dram, hep aşk. Zaten müziğinin doğasında da olan bu. İlk albümü “19” ise daha Motown tarzı şarkılar içeriyordu. Doğrusu ben ilk albümcüyüm, ama her ikisini de tavsiye ederim. 23 yaşındaki şarkıcının kendine has bir sesi var ve öyle ya da böyle kendini dinletiyor.
Sharon Jones & The Dap-Kings: Sharon Jones ve 10 kişilik müzisyen kadrosu Dap-Kings tam olarak 60’ların ve 70’lerin ilk yarısının soul ve R&B gruplarının izinden gidiyor.
O dönemi yeniden canlandırmaya yönelik (60’s Soul Revival) bir müzik ve ekip. Amy Winehouse’un “Back to Black” albümünde büyük emekleri var. Grup üyeleri buradaki 11 şarkının altısında yer almıştı. “Rehab”, “You Know I’m No Good” da dahil. 2010’da yayımlanan “I Learned the Hard Way”i öneririm. Sözler mi? Hep aşk, hep kırık kalpler, ama bu bildik meseleler eğer bu kadar güzel ifade edilecekse saatlerce dinlemeye razıyım.
Sandalyesiz ve masasız kalan Asmalımescit esnafının dramı pek kimsenin umurunda değil. Hatta herkes içten içe “oh olsun” bile diyor. Ama linç edilmemek için bunu telaffuz edemiyor. İster kızın ister küfredin, durum bu.
Çünkü meselenin yaşam tarzı falan değil belediyeyle esnaf arasındaki ticari bir itiş kakış, bir danışıklı dövüş olduğunu herkes az çok tahmin edebiliyor.
Hoş esnaf diyoruz ya. Esnaf da değil milyon dolarlık işletmeciler bunlar.
Asmalımescit uzun zamandır dev bir açık hava barı gibi. Ya da dev bir restoran mahalle. İstanbul’un bütün görgüsüzlerinin kazıklanmaya gittiği bir yer. Yerlerden biri...
Evet, açıkçası ben her konsere-festivale giderken az biraz geriliyorum. En son geçen yıl Sonisphere’de bir grup önümü kesip ‘Ne işin var kız burda?’ dedi. Yarı ciddi yarı alaylı... ‘E müzik dinlemeye geldik arkadaşım, aynı sahada, aynı müziği dinlemeye’ dedim...
Açıkçası onlar da benim ters bir tepki vereceğimi düşünmüşler, konserlerin sonuna dek beraber atlayıp zıpladık... Rock’n Coke’ta da benzer olaylarla karşılaştım. Kolumdan çekip ‘Ayy tebrik ederim’ciler de vardı, ‘Ne ayaksın kızım sen? Ne o kırmızı Lennon gözlükleri?’ deyip ‘triplenenler’ de... Ama sonunda bakıyorlar ki aynı yolun yolcusu, aynı baskıların isyancılarıyız, konser sonunda kol kola zıplaya zıplaya çıkıyoruz...
Ama 2005’teki Rock’n Coke’ta çok ağır laflar yemiştim. Sanki memleketi ben yönetiyorum. Siyasete, yönetilmeye karşı biri olarak bir ‘birey’ olarak değil de bir ‘güruh’un üyesi olarak algılanıp yaftalanmaktan sıkıldım.
Hayde öptüm gözlerinizden.
Model’e destek veren DMC çok önemli bir şey yapıyor.
Doğan Müzik’in patronu Samsun Demir geçenlerde “Türkçe pop bitti çünkü...” başlıklı yazımın ardından popun iyi durumda olduğunu, aslında rock’ın desteklenmeye ihtiyacı olduğunu, kendi ayakları üzerinde duramadığını yazdı Twitter’da. “Rock Türkçe popun misyonunu devraldı” diye yazmıştım. Haklıydı. Ben de retweet edip herkesle paylaştım.
Ama sormadan edemiyorum, acaba popun sponsorlara ihtiyacı yok mu? Bugün reklam mı gerçek mi olduğu anlaşılamayan pop şarkıcıları yok mu? Ve yine soruyorum: Pop müzik albümleri mi daha çok satıyor, rock albümleri mi? Ya da aradaki fark anlamlı mı?
Fanta Gençlik Festivali kapsamında Tarkan nereye gitse 30-40 bin kişi topluyor. Şahane. Ama oraya toplanan kalabalığın rock grubu Manga’yla ilgisi olmadığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Aynı şekilde Şebnem Ferah, Emre Aydın, Duman, Gripin, Yüksek Sadakat,
Ajda Pekkan’ın “Farkın Bu” isimli albümü piyasaya çıktı.
Bir kere şunda anlaşalım: Ajda Pekkan çok değerli bir ses. Tarzıyla, imajıyla yıllardır Türk kadınına model olmuş, trendleri belirlemiş, büyük bir isim. Benim eleştirim şahsına olamaz, albümedir.
* Şunda da anlaşalım: Türkçe popun en sıkıcı, en klişe bütün kalıplarına maalesef Ajda Pekkan da teslim olmuş. Piyasadaki neredeyse her şarkıcıya albüm yapan klişe timi burada da iş başında. Basında yere göğe koyulamayan bu albüme dair izlenimim bu.
* Besteler yavan, düzenlemelerde derinlik yok. Sanki ritmi açıp sigaraya çıkmışlar, Ajda şarkıları okumuş, sonra da gelip aletleri kapamışlar gibi. Ne bir nüans, ne bir incelik...
Kendisine mavi pantolon trendini de borçlu olduğumuz çok yönlü büyük Türk bestecisi
Sinan Akçıl, Manisa Turgutlu’daki konserinde. Dansçılar çılgın bir koreografiyi uyguluyor, arkada pop müziğimizin klasik dıp tıs ritmi... Her şey tamam, görüntü şahane. “Haydi Turgutlu lütfen biraz ayağa” diyerek seyirciyi coşturuyor büyük besteci. Ardından şarkısına giriyor.
O ne giriş. Detone desem anlatmaz, kötü desem eksik bir yorum olur. Orkestra bir yerde, Akçıl bir yerde. Anlatılmaz yaşanır.
Sahneler Banu Alkan’dan beri böyle ses görmedi.
Akçıl gayet memnun. Hande Yener kendisine eşlik ediyor. Ki onun sesi iyidir, neticede bir şarkıcıdır kendisi, detoneden anlar. Ama memnun olmalı ki her şey normalmiş gibi düetine devam ediyor.
Şöyle anlatayım. Arabesk müziği müzikten saymayan, dinleyenleri yavşak diye etiketleyen, “Sezen Aksu’nun müziği detone ve kirli” diyen Fazıl Say o akşam Turgutlu’da olsa herhalde plastik patlayıcıları kuşanıp sahneye atlar, “Ya Allah” diyerek pimi çeker ve Türk milletini bu müzikten korumak için kendini gözünü kırpmadan feda ederdi.
Dinleyenlerine saygısızlık etmek istemem ama Türk popunun geldiği durum bu. Bir yutturmaca...