Darbecilerin davalarını izliyoruz, okuyoruz...
Ve medyada her geçen gün perde arkasındaki gerçeklermiş gibi bize göre sözde itiraflar yayımlanıyor...
Okudukça, izledikçe de hem gülüyoruz hem de ürküyoruz.
Çünkü “Kömürlükte kaybedilen, sokaklarda aranıyor” oyunu sergileniyor! Ve darbecilerin hepsi 15 Temmuz akşamı nerede olduğunu anlatmaya çalışıyor ve hafifletici gerekçeler üretiyor.
Birileri zekâmızı aşağılamaya devam ediyor.
Bu ülkede “Zekâ krize sokulursa dünyanın krizi olur” diyebiliyoruz...
Generalliğe, albaylığa kadar kendilerini, yüzlerini gizleyerek bugüne kadar nasıl gelindiğine dair detaylardan bahseden hiç yok!
***
Ülkemizde gündem sürekli “siyasi kriz” fısıltılarıyla meşgul ediliyor.
“Kaygılı gelecek” başlığı altında halk korkutulmaya çalışılıyor.
Ve hep aynı komplo oyunlarından birinin afişi sokaklarda gezdiriliyor.
Muhalif olmak demek; sürekli aynı oyunu sahneye koymak değildir!
Ve her akşam aynı oyunu seyretmeye gitmek de...
Oyun ve oyuncuların değişmeyişinin tek suçlusu da seyircidir!
***
Demokrasi denildiğinde kimseye söz vermeyen, dünyaya masalını anlatan Almanya iki bakanın konuşmasına tahammül bile edemedi!
Dayanamayıp kendini ele verdi.
Söz konusu Türkiye olunca, demokrat kesilen Almanya ve AB ülkelerinin ne kadar demokrat olduğunu bir kez daha gördük...
Öyle hariçten gazel okuyarak demokrat olunmuyormuş!
Almanya’nın ne kadar çifte standart bir demokrasi anlayışına sahip olduğunu söylemeye gerek var mı?
Ve aramızda anlamayan kaldı mı?
Kruşçev Amerikalı bir gazeteciye diyor ki:
Alman’a bir silah ver, er veya geç onu Ruslara çevirecektir!
Ankara’nın güç koridorlarındaki odalarda masa başı dizayn oyunlarının ilk tetikçisi unutmayalım ki daima kulağına fısıldanan gazetecilerdir.
34 yıllık meslek hayatımızda, her kim “yazılmamak kaydıyla” diyerek söze başlayıp kulağımıza bir şeyler fısıldasa “Neden resmî açıklama yapmıyorsunuz?” diyerek konuyu kapattım.
Fısıltı gazeteciliğinden de oldum olası nefret ettim.
Biliyorduk ki kulağımıza her fısıldanan sözün altında mutlaka bir Çapanoğlu var.
Fısıldayan adamların sözlerine de kulağımı kapatır ve adeta “Külahıma anlat” der, geçerim...
***
Kendini, kurumunu kullandırtmayan ve ilkeli gazetecilik yapanların sayısı ne yazık ki her geçen gün azalıyor.
Ankara’daki bir kesim gazetecinin siyasetle ve diğer güç odağı olan kurumlarla girdikleri ilişkiler sonucu yaptıklarını yazmaya başlasak, inanın ansiklopedi olur.
Ve bugün “Bin yıl sürecek” denilen bir günü hatırlıyoruz.
Takvim yaprağına her sabah baktığımızda bize kötü bir günü hatırlatmayan gün yok gibi.
Her yaprağı kirletilmiş.
Karalanmış ve kanla boyanmış.
İhanet üzerine yazılan bir zaferin ya da mağlubiyetin tarihini kim yazarsa yazsın bir gün gerçeklere boyun eğecektir...
***
“Yüzüm yüzünden utanır” anlayışından bin menzil uzakta bir yerlerde gezinenler iktidar koridorlarında bin bir suratla hâlâ utanmadan dolaşıyor.
Kimi yakınlarda, kimi de uzaklarda bir yerde.
İyi insanların adı yok...Mutlaka sansasyonel karakter olması gerekiyor...
Televizyondaki dizilere yıllardan beri bakıyor, görüyoruz ki iyi insanların hikâyeleri yok.
O güzel ve iyi insanların günlük yaşantısına dair hikâyeler anlatan diziler yok.
İyi insanlara musallat olmuş yığınla kötü karakterler ekranları işgal etmiş durumda.
Vatan, millet ve geçim kaygısıyla bir hayatı tüketen bir öğretmen, memur, işçi, polis, savcı, hâkim, avukat, bürokrat, siyasetçi, gazeteci, yazar, şair, sanatçı ve esnafın hikâyesi yok.
Varsa yoksa vuran, kıran, öldüren ve kötü adamların güçlü olduğunu gösteren hikâyeler var.
Neymiş “aksiyon” imiş...
Siyasi kavgaların daima bir tarafı olmayı başaran medyanın objektif olamadığı ve kamuoyunu yanlış yönlendirdiği artık dünyada çok tartışılan bir konu...
Ve her geçen gün içinden çıkılmaz bir boyuta varıyor.
Sosyal medyadaki zıvanadan çıkmışlığı da sayarsak olağanüstü bir bilgi terörizmiyle karşı karşıya kalmış masum ve büyük bir topluluk var...
Bir kare resim ve bir video ile dünyayı yanlış bir yöne sürükleyecek güce sahip olan sosyal medyanın nerede duracağı ve nasıl denetleneceği de belirsiz hâlâ...
Etkileyici ve kontrolsüz bu güçle uğraşmakta devletler dahi zorlanıyor...
Peki, nereye kadar bu hukuksuz ve kontrolsüz gidiş...
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Genel Sekreteri Faruk Can, Bilgi Çağının Güdümlü Silahı Medya adlı eserinde diyor ki; komplo teorilerinden uzak, yaşanan vahşeti tüm çıplaklığıyla ve tarafsızlığını koruyarak ortaya koyuyor.
“Teknolojik imkânlar ve kitle iletişim araçlarının artması ve gelişmesiyle birlikte dünyamız küresel bir köye dönüştü. Bu köyün muhtarlığını da medya yapıyor” diyen Faruk Can şunları yazıyor:
Alışkanlıklarımızı sürekli doğru kabul ediyoruz.
Vazgeçilmez sanıyoruz.
Geleneklere göre şekillenmeyi ve ideal bir yaşam biçimine dönüştürmeyi de...
***
Değişim hikâyelerini sürekli anlatıyoruz, lakin yeniliğe direniyoruz.
“Devrim” diyerek ortalığı yangın yerine çeviren bizler nedense mevcut durumun savunucusu kesiliyoruz.
Demek ki herkesin kendince bir değişim ve devrim planı var!