Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş diyor ki:
Türkiye’de siyasetin karar alamadığı zamanlarda hep darbe olmuş!
Ve devam ediyor:
Mesela 1980 öncesinde 100’e yakın tura rağmen cumhurbaşkanı seçilememiş... Ve sonuçta 12 Eylül Darbesi gerçekleşmiş!
***
“Yönetimde çift başlılığın getirdiği birtakım zorluklar var” diyen Kurtulmuş, hükümetlerin kurulamadığı dönemleri hatırlatıp, önemli bir noktaya dikkat çekerek şöyle söylüyor:
O dönemlerde asker kafayı çıkarmış, ‘Biz buradayız’ demiş!
Referandumda sandığa giden herkes 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 ile 28 Şubat 1997 tarihlerinde yaşanan siyasi krizleri bir daha gözden geçirmeli.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un Milliyet ve Vatan gazetelerimizi ziyaretinde yaklaşık bir saat sohbet etme imkânı bulduk.
Ortadoğu’daki gelinen süreci değerlendiren Kurtulmuş, vekâlet savaşlarının artık sona erdiğine değinerek şunları söyledi:
Vekâlet savaşlarından kimsenin elde edeceği bir şey kalmamıştır! Çünkü artık kullanıcılarına da zarar vermeye başlamıştır...
*
Amerika’daki seçimlerin ardından Trump ve kurmaylarının Ortadoğu ve Suriye ile ilgili nasıl bir strateji belirleyeceklerini anlayabilmek için en az altı ay beklemenin gerektiğini ifade eden Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş şunları söyledi:
İzlediğimiz kadarıyla Trump öncelikli olarak Çin’i dengeleyecek!
*
Diyoruz ki; “Yolu pisletenler affedilmeyecek”
Kırk farklı yerin taşları altına kırk farklı renkte gizlenen engereklerden itirazlar geliyor...
Peki, “yol” derken ne demek istedik?
Hakikate giden yol bir olduğuna göre ne demek istediğimiz anlaşılmıyor mu?
Yolu pisletmeyenlerden bir itiraz gelmiyorsa, demek ki pisleyenler itiraz ediyor...
Ve “Yarası olan gocunuyor” sözü aklımıza düşüyor...
***
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un anayasa değişikliği üzerine yaptığımız sohbette söylediklerinin bir kısmını cuma günkü yazımızda anlatmıştık...
“Birinci Meşrutiyet ile başlayan sentez siyasal sistem deneyimi bugüne kadar 60 darbesi, 71 muhtırası, 80 darbesi, 82 Anayasası, 28 Şubat 97 modernize darbe, 27 Nisan 2007 muhtırası ile malul olmuş bir sistemi gösteriyor” diyen Mehmet Uçum, halkın darbeci gelenekle mücadele ederken demokratik siyaset yoluyla da sisteme etki yapmaya çalıştığını vurguluyor...
Ve diyor ki:
Bu şekilde yapılan sistem içi revizyonlar mevcut sistemde iç çelişkiler ve çatışmalar üretti. 2007 yılında halkın cumhurbaşkanını seçme hakkını ele geçirmesi ve 2014 yılında cumhurbaşkanını seçmesiyle sistem anomalisi iç tutarsızlığı had safhaya ulaştı.
***
“Kadrocu solcular ve diğer kadro hareketleri hep devleti ele geçirme hayali kurarlar. Darbecilik geleneğinin kökünde kadroculuk yatar. İttihat geleneği, kadrocu hareketler ve seçkinci sol, devlete sızan faşist FETÖ örgütü hepsi kadroculuk üzerinden darbecilik geliştiren yapılar oldu” diyen Mehmet Uçum, “Bürokratik kurumsal faşizmi siyasal faşizmden ayıran da kadroculuktur” şeklinde gelinen noktayı aslında özetliyor:
Ş
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım defalarca “Değişecek olan rejim değil, sistemdir” diyor...
Ve ısrarla birileri “Rejim değişiyor” diye direniyor ve yanlış bir tartışmanın fitilini ateşliyor...
Muhalif olunur ama doğruyu yalan çizgisine taşımanın adı da siyaset değildir...
Son iki yüz yılda yaşadıklarımız ortada...
Darbe, kriz senaryoları üreten bu sistem tıkanmıştır artık.
Daha düne kadar sembolik ve sorumsuz olan Cumhurbaşkanlığı makamı artık “yetkili sorumsuz” pozisyonundan çıkıyor ve özetle, “yürütmenin başındaki tek sorumlu kişi seçiliyor.”
Can Paker’in deyişiyle, “Hızlı bir siyasi kadro yenilenmesi olacak ve TBMM’deki partiler genel başkanlarını aynı zamanda cumhurbaşkanı adayını seçecek. Eğer aday seçilemezse hem partinin değişimine hem de kadroların değişimine neden olacak.”
Kapılarını tereddütsüz komşu ya da başka ülkelerin insanlarına açan devletler her geçen gün büyük sıkıntılar yaşıyor.
Başka ülkelerde yaşama izni alan göçmen ya da olağanüstü durumlarda izinsiz giden mültecilere yönelik politikaları her devlet artık yeniden gözden geçiriyor...
Amerika’daki Trump’ın başlattığı bu tartışma ise daha da uzayacağa benziyor...
İyi ve kötü insanları ayırt etmek her geçen gün biraz daha zorlaşıyor...
Ve gelecekte dünyanın başını da bir hayli ağrıtacak gibi...
Türkiye de buna dahil...
***
Pazar günü birçok kentimizde DAEŞ operasyonları yapıldı.
Kırk parçaya bölün-müş...
Bölünmesine de sürekli emek sarf etmiş...
Kamplaşmanın fitilini ateşlemiş...
Kimin neye inandığıyla daha çok ilgili olmuş...
Neyin doğru olduğuna ise daima sırtını dönmüş...
Siyaset üstü kalmayı başaramamış...
Ve hep siyaseti dizayn etme derdine düşmüş...
Dünyayı idare ettiğini zanneden beş ülke savaşın kıyılarında geziniyor.
Ve dünyayı büyük bir savaşın eşiğine getirmeyi başaranlar adeta düğmeye basacakları günü bekliyor.
Savaşlardan geçinmeyi bir strateji haline getirenler büyük bir felaketi başlatmayı düşünüyorlar gibi...
Çinli bir askeri yetkili, Trump yönetimindeki ABD’yle savaşın “sadece bir slogan değil, pratik bir gerçek” haline geldiğini açıklıyor.
Soğuk Savaş dönemini sona erdiren Gorbaçov ise Time dergisindeki yazısında diyor ki:
Büyük devletler arasındaki gerilim gittikçe yükseliyor. Silahlanma yarışı ise artıyor! Gorbaçov, Amerika’nın silahlanma için harcadığı paranın dünyanın diğer büyük güçlerince harcanan paranın toplamından daha fazla olduğunu belirtiyor.
*