Bir Recep İvedik transferi

20 Temmuz 2010

Çok zaman önce değil. Bir kulübümüz yine sıkıntılı zamanlarındadır. Zira işler iyi gitmemektedir. Zirveden uzaklaşılmıştır. Tribünler ayaklanmış, kelle istemektedir. Tribünlerde ayaklanma vardır, havaalanında sert bir öfke.
Baskı anormal boyuta çıkar. Hedef tabii ki hocadır. Başkan tüm başarısızlığa rağmen muzaffer sayılmaktadır.
Çok geçmeden beklenen olur. Hocaya yapılan baskı sonuç verir. Hoca apar topar gider. Bu hamle neredeyse bir şampiyonluk sevinci yaratmıştır. Artık her şey değişecektir.
Başkan hocayı kovup taraftarın gazını aldıktan sonra çıkar basına açıklama yapar. “Takımımız iyidir, kadromuz harikadır. Bu kadronun sadece iyi çalışmaya ihtiyacı vardır.”
Basının büyük bölümü ve taraftar da aynı fikirdedir. Bu takım bir de iyi çalışsa kim bilir neler olacaktır!
Başkan bir de gelecek açısından mantıklı bir sebeple hedef gösterir. “Yeni hocamız falanca ülkeden olacak.”
Medya fal tutmaya başlar, menajerler ise falanca ülkenin altını üstüne getirmeye... Gel gör ki transfer mevsimi değildir. Üstüne dini bir bayrama denk gelen o dönemde hocalarla görüşme yapmak dahi imkânsıza yakındır. Tüm çalışmalar sonuçsuz kalmaktadır.

Yazının Devamı

Benim 11’im

13 Temmuz 2010

Casillas
7 maçı 2 golle bitirmek bu kadar ofansif görünen bir takımın kalecisi için neresinden bakarsanız bir ustalık. Olağanüstü bir formla zaman zaman Puyol’un şaşkın bakışlarına mahzar oldu. Robben’in bünyesinde hayatı boyunca çıkmayacak bir faça bıraktı. İspanya, pardon Barça’ya harika bir ek oldu. Tabii Ramos’la. Altın Eldiven mi? Platin hatta Black demeli.

Ramos
Kupa’nın en çok akın bölgesine dalan oyuncusu. 15 hücum oyuncusunun önünde ekstra bir performans gösterdi. Sanırım del Bosque’nin Busquets ısrarı sadece onun daha rahat çıkabilmesi içindi. Oyununu bir golle taçlandıramaması bir şanssızlık. Sevilla’dan Real’e geçişinden sonra her gün üzerine koyan bu şahane atlet, bir oyuncunun potansiyelini nasıl gerçek bir kahramanlığa dönüştürebildiğinin de destanını yazdı. Benim için kupanın en iyi oyuncusu, Forlan ve Mueller’le birlikte o...

Puyol

Yazının Devamı

Cruyff’un üvey çocukları

12 Temmuz 2010

Turnuvadaki formu gittikçe yükselen İspanya’nın pas oyununu, Hollanda’nın normal standardında bozabilmesi çok mümkün görünmüyordu. Hollandalılar da böyle düşünmüş olacak ki, tarihlerinde görülmemiş bir oyun tarzıyla sahaya çıkarak kaderlerini değiştirmek istediler. Zannediyorum 82’deki İtalya’dan bu yana Dünya Kupası sahnesine çıkmış en sert, en kural dışı, en anti futbol takımı buydu.
Türkiye Ligi’ndeki tartışmalı hakemler dahil bu köşede yönetim konusuna hiç girmediğimi bilirsiniz. Ama dün standart bir hakemle bile Hollanda maçı 7 kişi tamamlayabilirdi. Korkunç bir rakibe sertlik stratejisiyle total futbolun özüne ihanet eden bir Hollanda izledik.

İhanet etmiş olacaktı
Kazanmak için bu yola ihtiyaç duyduklarına ikna olmuşlar belli ki. Bu oyunda herhangi bir sistem işleyişinden bahsetmek güç. Ancak 90 dakika adeta sinen İspanya orta sahasının uzatma dakikalarında rakibin yorulmasıyla biraz silkinip kendine geldiğini de söyleyebiliriz. Bunda kuşkusuz Del Bosque’nin sonradan oyuna dahil ettiği Fabregas’ın soğukkanlı ustalığı, Iniesta’nın hiç bozulmayan moral motivasyonu, Xavi’nin ona ayak uydurması ve Sergio Ramos’un bitmeyen gücünün etkisi büyüktü.
90 dakikada Almanya gibi,

Yazının Devamı

Cruyff finali, mi?

8 Temmuz 2010

Puyol’un golüne kadar olan bölümde Almanya’nın topu ayağında tutup ilerleyebildiği süre 5 dakikayı geçmez.
İspanya müthiş bir alan savunması/adam presiyle Almanları son 6 yılda hiç olmadığı kadar etkisiz kıldılar. Topu kaptıklarında ise çok zor rakibe verdiler. Top Almanlara geçtiğinde tarihlerinde olmadığı kadar uzun topa mâhkum ettiler. Ve bu uzun topların tamamını da topladılar.
İnanılmaz bir oyun hakimiyetiydi. Bu oyun hakimiyetine rağmen girebildikleri pozisyonların bu kadar az olması inanılmaz. Sebep ise Almanya’nın ceza sahası önü savunmasını Neuer’in formuyla birlikte çok iyi yapması. Villa, savunma içinde kaybolmaktan, harika taktik bilgisiyle sürekli sol kanada kaçarak ve topa sahip olarak kurtuldu. Ancak İspanya ekstra hücumcuları ceza sahası içine sokamadı.
İspanya bu kupada orta saha savunma kurgusu açısından 2008’e göre daha iyi. Ama Silva-Villa-Torres işlerliğini aradı. Yani bir nevi bir yönü kuvvetlendirirken diğer taraftan ödün verdiler.
Ne garip ve manidar ki, aynı kararı veren Hollanda’nın da rakibi oldular.
Burada tarihi bir durum ve aynı zamanda bir tezat var gibi. İki ülkenin de (aslında İspanya’dan çok Katalunya demeli) futbol ruhuna ilham veren

Yazının Devamı

Şartların gereği buydu

7 Temmuz 2010

Rijkaard, Keita için satılabilir raporu verdi mi? Evet.
Oyuncunun illa Galatasaray’da kalacağım diye bir isteği var mı? Hayır.
Oyuncunun Katar’a gidişi hedefleri hakkında bir sinyal veriyor mu? Evet.
Mali yapıyı düzeltmeye karar veren yönetim için oyuncunun maaşı ve Lyon’a ödenmekte olan para bir yük mü? O da evet.
Dolayısıyla bu şartlarda oyuncunun tutulması çok makul durmuyor.
Ancak öte yandan Keita’nın geçen yılın en flaş transferi olduğunu da unutmamak lazım. 1 yılda imha oluşu transferin ne kadar anlık kararlarla yapıldığını da gösteriyor.
Taktik açıdan ise... Caner, Dos Santos, Keita’nın üzerine bir de Kewell takımdan ayrılırsa, takım için temel önemde olan kanat hücumunda büyük boşluk doğacak. Orta sahanın ortasını kuvvetlendirmeye çalışırken geçen sezonun en etkileyici bölgesinde bir kadro sıkıntısı doğmuş olacak. Burası maliyet, yetenek ve adanmışlık olarak iyi takviye edilebilirse sorun kalmaz.

Yazının Devamı

Tarihin en iyi Kupası

6 Temmuz 2010

* Meksika ve Güney Afrika, Fransa’yı yeniyor. İspanya İsviçre’ye yeniliyor.
* Almanya da, Sırbistan’a... Son şampiyon 2002’de Fransa’nın yaptığını tekrarlayıp, Fransa’yla birlikte grupta kalıyor.
* Yeni Zelanda kaybetmeden sadece 2 gol yiyerek eleniyor. Ki, 82’de İtalya aynı performansla şampiyon olmuştu.
* Almanya, İngiltere’ye 4 atıyor. Neredeyse 6 atmamak için uğraşıyor. Sonra gidip utanmadan tarihin en iyi Arjantin kadrosuna da aynı muameleyi yapıyor.
* Gana grupların flaş takımı ABD’yi harika bir maçta eliyor. Çeyrek finalin uzatmasının son dakikasında penaltı kaçırıyorlar sonra. Penaltıyı yapan Suarez kahraman oluyor. Penaltı atışlarında kupanın en iyi santrforlarından Gyan bir kez daha vuruyor. Topu bu kez 90’a atıyor. O noktaya yürürken bayılır insan halbuki. Ama bu şahane cesaret gösterisini yapıyor.
* Daha geçen yıl amatör takımdan A takıma çıkmış Müller ne Messi bırakıyor ne Rooney... Sonra saçma sapan bir sarı kartla kupanın en iyi oyuncusu yarı finalde dışarıda kalıyor.
* Oyuna çok iyi başlayan Brezilya’da, Melo hem kendi kalesine atıyor hem gidip kırmızı görüyor. Ve 74, 78, 88 Avrupa, 90, 94, 98... Hepsinin gerisinde görünen santrforsuz Hollanda, yarı finali

Yazının Devamı

Lanet olmasa

30 Haziran 2010

Kupada bütün takımlar aslında benzer şeyler yapmaya çalışıyor. Arjantin - Almanya gibi olumlu, İngiltere, İtalya gibi olumsuz istisnalar dışında hep benzer işler. Farkı takımların pas temposu topa sahip olabilme yeteneği ve kadro derinliği yaratıyor. Portekiz ile Uruguay arasındaki benzerlik gibi. İlerideki üçlüye (Cavani-Forlan-Suarez’e karşı Almeida- Ronaldo-Simao) bırakılmış hücum işini sadece her seferinde 1 kişi Tiago ya da Meireles destekliyor. Dikine oynuyorlar. Rakip çıkmak için yürekleniyor ve bam!
Ama rakip İspanya olunca seçenekler çok fazla... Sizin planınız da biraz primitif kalıyor. Dün ikinci yarıda İspanya en solda Villa en sağda Ramos’la hücumu öyle bir genişletti ki, Portekiz’in geçilmez gibi duran, Pepe’yi ön stoper olarak kullanan katmerli savunması dahi gevşemek zorunda kaldı.
Bu durumdan Quieroz, Danny’i oyuna alıp hem orta sahada kalabalığı artırma hem de daha hızlı kontratak yaparak çıkmak istedi. Del Bosque’nin aynı anda yaptığı değişiklik ise işleri iyice sarpa sardırdı. Llorente, kalabalıkta kaybolan Torres’in yerine oyuna girince, İspanya’nın seçenekleri iyice arttı. Hem Pepe iyice geri çekildi ve İspanya orta sahası rahatladı, hem de ortalar

Yazının Devamı

Üst direği de kaldıralım

29 Haziran 2010

‘Aklı yaşta değil baştadır’ ne güzel bir kelamdır. Açık fikrililik de akılının temel parçalarından biri değil mi! Bilirsiniz 70 yaşında pırıl pırıl akıllar da vardır, 18 yaşında dogmalara teslim olmuş düşünce fakirleri de.
Söyleyeceklerimin yaş ayrımcılığı olmadığını bilin diye söylüyorum. Bunun yaşla değil çağlarla alakası var çünkü. Sepp Blatter tayfasının tutucu akılsızlığının yaşla bir ilgisi yok. Onların kafaları hep öyle çalışır. 7’sinde de 70’inde de...
Lampard ve Capello’nun ‘Video teknolojisini kullanalım artık’ haykırışına Blatter’in verdiği cevap ise onun sadece bağnazlığını değil, yönettiği futbolun sihrini, şahaneliğini anlamadığını da gösteriyor ne yazık ki!
‘İnsanlar hakem hatalarını da konuşmayı seviyor’ Bu maçta Mesut’u, lider Klose’yi ya da Müller’in harika performansını değil hakemi konuşmak zorunda bırakılıyor desek herhalde daha doğru olur.
Sepp Blatter tayfasının futbola bakışı işte bu. Bunun bugünün teknolojisi ve insan kaynağı açısından açıklaması yok tabii. İki korner direğinin yanında duracak 2 hakemle bu çözülebilir. Ama Blatter 30 metre geride ofsayt kovalayan yardımcı hakeme Adidas’ın 5 kat hızlı topunu takip etme görevini vermeyi tercih ediyor.

Yazının Devamı