Turnuvadaki formu gittikçe yükselen İspanya’nın pas oyununu, Hollanda’nın normal standardında bozabilmesi çok mümkün görünmüyordu. Hollandalılar da böyle düşünmüş olacak ki, tarihlerinde görülmemiş bir oyun tarzıyla sahaya çıkarak kaderlerini değiştirmek istediler. Zannediyorum 82’deki İtalya’dan bu yana Dünya Kupası sahnesine çıkmış en sert, en kural dışı, en anti futbol takımı buydu.
Türkiye Ligi’ndeki tartışmalı hakemler dahil bu köşede yönetim konusuna hiç girmediğimi bilirsiniz. Ama dün standart bir hakemle bile Hollanda maçı 7 kişi tamamlayabilirdi. Korkunç bir rakibe sertlik stratejisiyle total futbolun özüne ihanet eden bir Hollanda izledik.
İhanet etmiş olacaktı
Kazanmak için bu yola ihtiyaç duyduklarına ikna olmuşlar belli ki. Bu oyunda herhangi bir sistem işleyişinden bahsetmek güç. Ancak 90 dakika adeta sinen İspanya orta sahasının uzatma dakikalarında rakibin yorulmasıyla biraz silkinip kendine geldiğini de söyleyebiliriz. Bunda kuşkusuz Del Bosque’nin sonradan oyuna dahil ettiği Fabregas’ın soğukkanlı ustalığı, Iniesta’nın hiç bozulmayan moral motivasyonu, Xavi’nin ona ayak uydurması ve Sergio Ramos’un bitmeyen gücünün etkisi büyüktü.
90 dakikada Almanya gibi, İsviçre gibi, ama daha da sert savunan Hollanda’yı belki Robben’in karşı karşıyada kaçırdığı iki pozisyon kurtarabilirdi. Ama kabul edelim ki Hollanda kazansaydı kendi özüne ihanet etmiş olacaktı. Kupayı hak ederek Cruyff’un öz değil, üvey çocukları kazandı.