558 yıl önce bugün Fatih’in fethettiği İstanbul’un kurucusu Constantin, kısa ömrüne çok şey sığdıran bir dahi imparatordu
Miladın 280’inci yılının şubat ayında Naissos yani bugünkü Sırbistan’ın Nis kentinde doğdu. Constansius ile Helena’nın oğluydu. Annesi kendinden evvel Hıristiyan oldu. Bu çok yaygın bir oluşumdur. Birçok pagan hükümdarın anneleri veya eşleri kendilerinden evvel vaftiz edilmiştir. Flavius Valerius Constantinus’un annesi Helena, azize mertebesine çıkarılan ve Hıristiyanlığın mesela Bethlehem’de İsa’nın doğduğu kabul edilen kilise, onun çivilendiği söylenen haç gibi birçok kutsal buluntularını keşfeden kadındı.
Constantin iyi bir asker olarak yetişti. Hayatı doğuda ve Tuna bölgesinde geçmiş demektir. Ren bölgesinde savaştı. İtalya’da Roma’yı 326’da sadece ziyaret etti. Gözüne kestirdiği ve parçalanmakta olan imparatorluk için birleştirici bir merkez olacağını umduğu yer, eski Bizantion’un etrafında gelişen Nea Roma’ydı. Bugünün Sultanahmet Meydanı yani Hippodrom, Mese denen Divanyolu ortaya çıkmıştı. Nea Roma’yı ıslah etti ve Mese üzerinde bugün Çemberlitaş dediğimiz Apollon heykelinin bulunduğu sütuna kendi heykelini diktirtti. O zaman buraya Forum Constantin denirdi. Bugünkü Yenikapı ile Fener arasında kara surlarını çekti ve bölgeyi tamamen surlarla kuşattı. Marmaray kazıları ile bu surlar ortaya çıkıyor.
Eski Roma İmparatorluğu’nun getirdiği barış düzeni yani “Pax Romana” sona ermişti. Roma’nın muhtemel başkentinin savunması çok sağlam kuruldu. Adetler ve törenler hâlâ çoktanrılı Roma düzenindeydi. Şehir 330 yılı mayısının ortalarında resmen açılışını yaptı. İdus Maiae (mayıs ortaları) tanrı Merkür’ün kutsal günleriydi, açılış ve kuruluş günü olarak o gün seçilmişti. Constantin’in vaftizi ve Hıristiyanlığı resmen kabul edilmiş bir söylentidir; 337 yılı 22 Mayıs’ında ölürken vaftiz olduğu tekrarlanır; bunu Hıristiyanlar kadar Müslümanlar da böyle kabul ederler.
Onun döneminde Hıristiyanlık toplumda özellikle de orduda üstün konuma geldi
330’dan itibaren şehir Konstantinopolis olarak anıldı. İleride şark dünyası, Müslümanlar ve Türkler de onu Konstantiniyye diye telaffuz edecektir. İyi bir askerin ve Allah inancına ulaşmış bir hükümdarın adı kimseyi rahatsız etmiyordu. 332’de Gotları yendiğinde ve sonraki kuşatmalarda şehrin savunma sisteminin yararı görüldü. 334’te de Sarmatları yendi; üstelik yendiklerini de devşirme askerler olarak ordusuna aldı. Çok da işe yaradılar.
Mesela Arius’un mezhebi onun pagan ruhuna ve Yunanlı mantığına daha uygundu ama 325’te topladığı İznik konsilinde Arius’un aforoz edilip harcanmasına ve kilisenin öylece şekillenmesine canı gönülden katıldı. Mühim olan, kilisenin onun elinde olmasıydı.
Constantin dönemine kadar Roma’da Hıristiyanlık azınlıktı, rahatsız edici bir azınlığın diniydi. Varlıklarına ve ibadetlerine kâh göz yumulurdu kâh takip edilip zulüm görürlerdi. Onunla birlikte Hıristiyanlık bu imparatorluğun dini olmadı ama üstün konuma yükseldi; en azından orduda askerler arasında durum buydu. Yayılan Hıristiyanlığa karşı tepkiyi en çok onun bu şehirde doğan yeğeni Julianus gösterdi. Amcasının ölümünden bir yıl evvel, 336’da, görmüş olduğu eski Yunan eğitiminin etkisiyle gizlice atalarının dinine döndü. Yazdıklarından bu aşamalar anlaşılıyor. Julianus 361’de tahta geçip iki yıl sonra İranlılarla yaptığı savaşta ölene kadar hiç de kötü bir asker olmadığını gösterdi ve asıl önemlisi her yerde eski pagan mabetleri gezdi, tanrılara kurbanlar verdi. Bu hareketini bazı yerlerin halkı hoş karşıladı, bazı yerlerde ilgi göstermediler, tertiplenen törenler gülünç kaçtı. 33 yaşında yeni dünyanın gelişimine direnen bir aykırılık anıtı olarak ismini tarihe kazıdı ve gitti.
İki kayzerin arasında çağlara yön veren kent İstanbul
Constantin çok yaşamadı, dahilere iş yapmak için kısa ömür de yeter. 337’de İznik’te ölene kadar önce ortakları ve sonra düşmanları olan Licinius ve Maxentius’u ordusundaki Hıristiyan asker ve subaylar sayesinde bertaraf etti. Üstelik bu olayları; rüyasında haçlarıyla zafer kazanmış bir ordu gördüğünü söyleyerek Hıristiyan kitleler nezdinde ününü pekiştirdi. 326’da ihanet ve tertiplerinden şüphe ettiği oğlu ve karısı Faustina’yı öldürttü; üstelik karısı galiba girdiği hamamda haşlanmıştı. İktidar neler yaptırır.
Flavius Valerius Constantinus tarihin “Büyük Constantin”inin 11 Mayıs 330’da kurduğu şehrimiz, 1123 sene sonra 29 Mayıs’ta bir başka büyük imparator tarafından fethedildi. Ateşli silahlar devrinin mareşali, en azından Constantin kadar klasik kültüre ve dillere vakıftı. İlaveten şark dillerinin kalem ustasıydı. 15’inci yüzyılın tipik ve mükemmel hümanisti olan Fatih Sultan Mehmed’den bahsediyoruz. Şehri fethetti ve hakkıyla “Roma Caesarı-Kayzer-i Rum” unvanını üstlendi. İki kayzerin arasında İstanbul dünya tarihinde en büyük metropol olarak çağlara yön verdi.
Constantin kendi koruduğu cemaat için İtalya Roma’sında ve İstanbul’da birçok kilise yaptırmıştır. Roma’dakiler St. Paul Katedrali gibi ayakta, İstanbul’dakilerin temelleri ortada. Çoğu sonradan yenilenmiş. Ayasofya’nın imperial narteksindeki (giriş) mozaikte görüldüğü gibi İsa’ya o bu şehri, Justinian da Ayasofya’yı hediye ediyor. Galiba 11 asırlık Bizans’ın en büyük iki kalıntısı onların bıraktıkları eserler toplamı... Üstüne gelen beş asır ise ayrı bir dünyanın oluşumu ve o parlak dönemi başlatan ve o mirası da reddetmeyen Fatih Sultan Mehmed’dir.
Bir açıklama ve özür
İki hafta önceki “Tarihin Arka Odası” programında uzun seansın sonunda bana bir soru geldi. Mesajı okumadığım ve Bardakçı dostumu dinlediğim için Edward Thompson ile George Thomson’u karıştırmışım. Dinleyicinin sorduğu ünlü Edward Palmer Thompson, İngiliz işçi sınıfı tarihi üzerine-hatta hiçbir başka memleketteki işçi sınıfına nasip olmayacak- inceleme yapan ünlü tarihçi. Muazzam hacimdeki eserini titiz bir biçimde Uygur Kocabaşoğlu çevirdi, İletişim Yayınları’ndan çıktığını biliyorum.
Ben iyi duymadığım için soruyu George Thomson üzerine diye anladım ve en azından Edward Thompson kadar uzun ömürlü olan bir başka İngiliz tarihçiyi kastettim, George Thomson arkaik Yunan devri ve tarih öncesi Ege uygarlıkları üzerine kolay aşılamayacak araştırmalar yapan biriydi. Kısacası Edward Thompson sorulmuş, ben George Thomson’dan bahsettim. Dinleyicilerden özür dilerim ve Uygur Kocabaşoğlu’nun yaptığı Edward Thompson’ın “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu” adlı kitabını okuyabildiğiniz kadar okumanızı hararetle tavsiye ederim.
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024