Hurşit Güneş

Hurşit Güneş

hgunes@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gösterge O zamanlar İngiltere'de telekomünikasyon, demiryolları, demir-çelik ve kömür gibi tüm özelleştirmeler karşısında sosyal yönler ve stratejik kaygılar dile getiriliyordu. Sosyal konulardaki endişelerin çoğu haklıydı. Aşırı istihdamın verimlilik kaygısıyla halledilmesinin yaratacağı işsizlik ya da sadece sosyal nedenlerle yürütülen, fakat zarar eden faaliyetler ortadan kalkacaktı. Kömürde çalışanların çoğunun işten çıkarılması gerekiyordu. Demiryollarında ülkenin ücra köşelerine yapılan yolcu sayısı az, zararlı seferler de iptal edilecekti. Bundan 25 yıl önce ihtisas tezimi KİT'lerin fiyatlandırılması, açıkları ve finansmanı üzerine yapmıştım. Tez hocam da konunun duayeni sayılan Profesör Ray Rees'ti. Ray sağcı bir iktisatçı değildi ama kamu mülkiyetine karşıydı. Ben de o zamanlar hızlı bir kamu mülkiyeti savunucusuydum. Bir gün Ray'e sataştım: "Umarım İngiltere'de tüm millileştirilmiş sanayiler özelleşir, senin de ihtisas konun ortadan kalkar, işsiz kalırsın". Ray gülümsedi, "Ekonomide verimlilik artar, yeni iş sahaları oluşur, ben de orada iş bulurum" dedi. Benzer argümanlar Türkiye'de de zaman zaman dile getirildi. Erdemir satılırken demirin, TÜPRAŞ satılırken de rafinajın ne denli stratejik olduğu savunuldu. Mümkünse devletin elinde kalması, değilse Türk sermayesinde kalması istendi. Elbette bir ülkenin tüm ekonomik faaliyetlerinin diğer "bir" ülke tarafından topyekûn elde edilmesi sıkıntı yaratabilir. Ama günümüz dünyasında birçok ülkeden farklı yatırımcılar bir ülkenin farklı alanlarına para yatırıyor. Bunun da pek bir riski yok.Stratejik kavramıyla anlaşılması gereken bir varlığın kaynağının tekil olmasıdır. Mesela dünyada tek bor madeni ülkenizdeyse, bunun yabancılara satılmasını ikinci defa düşünmekte yarar vardır. Elbette Anayasa'da bulunan kamulaştırma olanağını her zaman kullanılabilir. Ama buna gerek bırakılmamalıdır. Nitekim bugüne değin yapılan özelleştirmelerde ya da yabancılara satışta böylesi bir durum olmadı. Stratejik ve sosyal kaygılar Gelelim Oyakbank'ın satılmasına. Öncelikle bir emeklilik fonu olan Oyak'ın bankacılık alanında yatırım yapması baştan doğru muydu? Dostum Ege Cansen, Oyak'ın bir emeklilik fonu olarak her türlü doğrudan yatırıma girmesini mahzurlu bulup sıklıkla eleştiriyor. O paranın mali piyasalarda değerlendirilmesi ya da profesyonel yatırım şirketleri tarafından yönetilmesini savunuyor. Bunu kabul ediyorsak zaten bankanın satılması en doğrusu oldu.Ancak bu satışın bir başka yönü daha var. Oyakbank'ın ING Bank'a satılmasıyla bankacılıkta yabancı payı ciddi biçimde (yüzde 42) yükseldi. İş Bankası ve Akbank'ın dışında yabancıların yönetimde egemen olmadığı büyük özel banka kalmadı. Belki de bundan böyle sektörde yabancı payına dikkat etmek gerekiyor. Fransa ve İtalya'da da büyük kuruluşların yabancılara satışında bu tür tartışmalar çıkmıştı.Gelelim Oyakbank'ın satıldığı fiyata. Gerçekten bu fiyatı görünce yabancılara ilk satılan banka olan Demirbank'a (HSBC) ya da daha sonra satılan TEB'e (BNP-TEB) insan acıyor. Demirbank 350 milyon dolara, TEB'in de yarısı 217 milyon dolara gitmişti. Üstelik bu bankalar çok daha revaçtaydı ve etkindi. Özetle, Oyak, bankasını satarak gereksiz bir alandan gayet kârlı bir biçimde çıkmış oldu. hgunes@milliyet.com.tr Bankacılıktaki yabancı payı