Dostum Taha Akyol geçen hafta doğrudan beni ilgilendiren iki yazı yazdı. Biri Yunanistan’da gelişen olaylarla ilgili, diğeri de CHP’yle. Her ikisini de değerlendireceğim. Birincisinden başlayayım.
Yunanistan’da halk ayaklandı desek yeri var. Ortaya çıkan büyük kamu borcu ile dış borcun azaltılması için halkın daha az tüketmesi (yahut zorla devletin daha fazla tasarruf yapması) gerekiyor. Halk da daha düşük bir refah düzeyine razı olmayıp direniyor. Alışmış kudurmuştan beterdir ya. İsyan ediyor.
Böylesi bir durumda muzdarip olan toplumsal kesimlerin tepki gösterememesi demokratik sayılamaz. Aksi halde özgürlükler kısıtlanmış olur. O nedenle bu gelişmeleri doğal bulmak gerekir. Tek sıkıntı işin boyutunun anarşizme kaymasıdır.
Çıkar çatışması gereği
Kapitalist sistemde demokratik rejim çeşitli sosyal sınıfların farklı ekonomik çıkar çatışmalarının siyasete yansımasına elverir. Eğer bu olmaz, sadece sermaye kesimini tatmin eden bir rejim getirilirse (veya böylesi bir anlayış egemen kılınırsa) Türkiye’de olduğu gibi gelir dağılımı çok bozulur. İşte bu nedenle Yunanistan’da gelişen tepkileri takdir ettik.
Ama ne yazık ki, bizde (ve kimi başka ülkelerde de) liberaller kişisel özgürlükleri savunurken, emek kesiminin demokratik tepkilerine anlayış göstermez. Özgürlük sadece girişim ve inanç özgürlüğü olarak algılanır. Ekonomik refah artışının siyasal mücadelesi ya gözardı edilir ya da sadece bir yanılsamanın peşindeki nümayişçiler olarak algılanır. Bu yanılsama da olmayan bir kaynak yahut ekonomik dengeleri sarsacak bir ekonomik talep olarak açıklanır. Hiç acaba denmez.
Oysa Yunanistan’da har vurup harman savuran sadece solcular olmamıştır. Üstelik bu politikalar uygulanırken Avrupa’dan çok ciddi ölçekte yardım alınmıştır. Asıl Yunanistan’ı tembelleştiren de bu yardımlardır. Ve Yunanistan’ın AB’ye girmesini tüm siyasal kesimler istemiştir. O zaman kabahatli kim?
Krizler ve liberal politikalar
İtiraf edelim ki, bizim ülkemizde de liberal/popülist politikaların uygulanmasıyla büyük toplumsal hasarlar oluştu. Özellikle de işsizlik açısından. Yükselen terörün temelinde bile artan işsizlik var. 1980 (yani 24 Ocak) sonrası tam 4 kriz yaşandı. 1988-1989 iki yıl ortalama yüzde 1,5’lik düşük büyüme, sonra 1991 krizinde yüzde -0,3’lük durgunluk, sonra 1999 Rusya kriziyle yüzde -3,5 ve nihayet 2001 kriziyle yüzde 5,7’lik daralmalar. Doğru; bütün bu krizlerin ardında bütçe açıkları vardı. Ancak solcuların iktidara gelip sosyal harcamaları aşırı artırmasından ötürü mü? Hayır. Bütçe içinde faiz yükünün çok fazla oluşundan. Çünkü liberal Başbakan Özal’ın erken ve münasebetsiz mali liberasyon girişimi faizleri gereksiz ölçüde şişirmişti.
Açıkçası Türkiye’deki ekonomik krizlerin ardında popülizm olduğu kadar yanlış liberal politikalar vardır. Bu politikalar dış açık, dış borç ve yüksek işsizlik sorunlarını üretmiştir. Topluma tek doğru olarak baskılanan bu politikaların yanlışlığına karşı durmak şöyle dursun, tartışılması bile mümkün olamamaktadır. Bakınız dostum Taha Akyol bile Türkiye’deki acı reçetelere toplumsal tepkinin oluşmayışını demokrasinin gelişmeyişi olarak değil, liberallere teşekkür vesilesi olarak görüyor.