Gösterge Bugünkü başbakan da (olasılıkla Korkut Özal'ın telkinleriyle) başkanlık sistemini uzun süredir savunuyor. Bu yasama döneminde gerekli anayasa değişikliklerini yapmak mümkün görünmediğinden şimdilik mevcut sistemde Köşk'e çıkmak istedi. Olmadı! Olsaydı, tıpkı Özal gibi aşağısını da yöneteceğini sanıyordu. İlginçtir, Özal cumhurbaşkanı olup da kendisini yetkisiz bulunca sistem değişikliği talep etmeye başladı. Haklıydı. Çünkü asıl yetkiler başbakandaydı. Her ikisinin yetkilerini toplayabilmek için ise başkanlık sistemine geçmek gerekiyordu. Özal'ın Köşk'te savunduğu bu sistemi, Erdoğan daha baştan başbakan olur olmaz savunmaya başladı. Yıllar önce Turgut Özal başkanlık sistemini ortaya attığında kimi neo-liberal aydınlar bunu hemen benimseyiverdi. Hatta hâlâ savunurlar. Bu sistemi bir panacae (kurtuluş sağlayan yegâne çözüm) gibi görüyorlar. Oysa çoğu anayasa hukukçusu ve siyaset bilimcisi bu raya girmemiştir. Çünkü Türkiye'nin toplumsal yapısı veya siyasal gelenekleri başkanlık sistemiyle bağdaşmaz. Acaba neden bu kadar fazla güç isteniyor? Sultanlıktan mı kaynaklanıyor? İnsanın aklına ister istemez hep haksız yere Meclis'in üçte ikisini toplayanların başkanlık sistemine özlem duyduğu geliyor. Diğer başbakanların bunu arzulamaması bir başka kanıt değil mi? Geçen hafta Fransa'da başkanlık seçimlerinin ilk turu vardı. Katılım çok yüksekti (yüzde 84) ve Sosyalistler büyük oy patlaması (yüzde 26) yapmalarına rağmen 6 Mayıs'taki ikinci turda işleri hayli güç. Çünkü toplam sağ oylar daha fazla. Mamafih, sosyalist Ségolène Royal'ın şansı bitmiş değil: Sol oylar bir araya geldiğinde yüzde 36 ediyor. Yüzde 18.6 alan François Bayrou'nun 10 puanı alındığında da yüzde 46'ya ulaşılıyor. Nihayet yüzde 10 civarında oy alan aşırı sağcı Jean-Marie Le Pen'in her beş oyundan birinin (yüzde 2) Sosyalistlere akacağı gözleniyor. Yani tablo değişebilir.Ségolène ikinci turu Sarkozy'yi oylayan bir referandumuna dönüştürmeye çalışıyor. Böylece aşırı sağcı Le Pen'in desteğini kaybetse bile, Bayrou oylarının çoğuna talip olabilecek. Oysa daha merkezde olan bazı tezlerin kamuoyuna açıklanması daha da etkili olabilir. Liderlerin güç eksikliği? Kısacası, eğer tek ya da iki turlu başkanlık seçimleriyle solun tasfiye edilmesi amaçlanıyorsa, Fransa'da olduğu gibi bu tersine tepebilir. Sol ikinci turlarda doğru adaylarla ortalığı süpürebilir. Ama bu, temsil sorunu ve lider hegemonyası yaşanan bir ülkede, hiç de demokratik olmaz. Erdoğan Gül'ü Köşk'e çıkarma kararını alırken, acaba zaman içinde başbakanlığı geri aldığı gibi, Köşk'ü de farklı yetkilerle geri alacağını mı planlıyordu, bilemeyiz. Ama Gül'ün Köşk'e çıkması bile sıkıntılı hale gelmedi mi? Özal ve Erdoğan etkinlik bahanesi altında ne denli hegemonik sistemler özlerse özlesin, ülkemizin asıl siyasal gereksinimi uzlaşma ve hoşgörü. Cumhurbaşkanlığı makamı da Anayasa'da bir uzlaşma yahut sistemin çalışmasında bir orkestrasyon merkezi olarak yer alıyor. Bunu çarpıtmaya hiç gerek yok. Cumhurbaşkanı Anayasa'nın vaz ettiği üçte iki çoğunluğun dışında seçilirse hukuksal geçerliliği elbette tartışılabilir. Ancak meşruiyeti hiç tartışılmaz. Çünkü olmayacaktır. Hele bu oy oranlarıyla. hgunes@milliyet.com.tr Sol aksine tepki verebilir