Avrupa Birliği, 26 maddeden oluşan ve 12 Eylül’de halkoyuna sunulacak olan anayasa değişikliği paketi konusunda ne düşünüyor?
Bakışı, genel olarak olumlu.
İleriye doğru atılmış bir adım diye niteliyor.
Kısa adı HSYK olan Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’yla ilgili değişikliği de olumlu karşılamakla birlikte, bir iki eleştirisi yok değil.
Şunu da belirtiyor:
Değişiklik paketi daha yaygın bir uzlaşma aranarak hazırlansa daha iyi olurdu.
AB’nin bu konudaki görüşlerini açıklayan AB Komisyonu’nun Genişleme Dairesi Direktörü Michael Leigh özetle diyor ki:
“Ombudsmanlık kurumunun kurulması... Askeri mahkemelerin yetkilerinin sadece askeri konularla sınırlandırılması... Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler için pozitif ayrımcılık ilkesinin getirilmesi... Memurlara toplu sözleşme ve toplu pazarlık hakları verilmesi...
Bunlar AB’yi sadece mutlu eder.
Ayrıca HSYK tabanı genişletiliyor, akademi, barolar ve ilk derece mahkeme yargıçları da bu yapıya ekleniyor. Dolayısıyla AB’nin yıllardır öncelik olarak tespit ettiği gibi, yargı bütün olarak daha da temsili bir kimlik kazanıyor. Yargıç ve savcıların performansını değerlendiren adli müfettişler bundan böyle Bakan’a karşı değil, HSYK’ya karşı sorumlu hale getiriliyor.”
AB Komisyonu’nun genişlemeyle ilgili yetkilisi Michael Leigh, HSYK’ya Adalet Bakanı’nın başkanlık etmesi ve HSYK’nın teftiş yetkilerinin Adalet Bakanı’nın yetkisine bağlı hale getirilmesi konusunda uygulamayı yakından izleyeceklerini belirtirken, Türkiye’nin reform macerasının bu paketle noktalanmayacağına da dikkat çekiyor.
Öte yandan, 26 maddelik anayasa değişikliği konusunda Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu da ses verdi.
Avrupa’da anayasa hukuku alanında otorite olarak kabul edilen Komisyon’un Başkanı Gianni Buquicchio, yargıyla ilgili değişiklikleri desteklediğini açıkladı.
Zaman gazetesinin Brüksel temsilcisi Selçuk Gültaşlı’ya verdiği demeçte, “Yüksek yargıda kast var” dedi ve Yargıtay’la Danıştay’ın HSYK üyelerini atamasının, buna karşılık HSYK’nın da yüksek yargı mensuplarını seçmesinin Avrupa standartları açısından kabul edilemez olduğuna işaret etti.
Venedik Komisyonu Başkanı, Türkiye’de yüksek yargının bir tekel oluşturduğunu da belirtiyor.
Şu sözleri ilginç:
“Anayasa değişiklikleri geçerse bu tekel son bulacak. Değişiklikle birlikte Türkiye’deki bütün hâkim ve savcılar kendi kendilerini yönetme konusunda önemli bir adım atmış olacaklar.”
Türkiye’de yargı düzeniyle ilgili ‘kast sistemi’ nitelemesini de doğru buluyor Venedik Komisyonu Başkanı.
Bu konuda söyledikleri şöyle:
“Neden mi? Çünkü 1982 Anayasası’na göre Danıştay ve Yargıtay mensupları HSYK’yı seçiyor, karşılığında HSYK da onları atıyor. Böyle bir atama sistemini kabul etmemiz mümkün değil.”
Şöyle devam ediyor:
“Dolayısıyla bu konudaki değişikliği de ben birkaç açıdan olumlu buluyorum. Birincisi yüksek yargının hâkimiyeti azalacak. Yüksek yargıyla ilgili atamalarda bütün yargıçlar söz sahibi olacak. Yani bütün yargı mensupları kendi kendilerini yönetir hale gelecek.”
Venedik Komisyonu Başkanı sözlerine şunu da ekliyor:
“Hukuk askerlerden üstünse o zaman o ülkede demokrasiden bahsedilebilir. Avrupa demokrasilerinin mühim ilkelerinden biri, askerin sivil yöneticilerin denetimi altında bulunmasıdır.”
Venedik Komisyonu Başkanı’nın görüşleri böyle.
Bu arada 12 Eylül’le ilgili bir ses de Amerikalı meslektaşımız Stephen Kinzer’dan geldi. Uzun yıllar Türkiye’de New York Times’ın Ortadoğu Büro Şefi olarak çalışan Kinzer, bu hafta Guardian’da çıkan ve “Türkiye’de askerin pençesini kırmak”(Breaking the grip of Turkey’s military) başlıklı makalesinde şöyle demiş:
“Bu hafta sonundaki anayasal reforma dair referandumda sağlanacak bir zafer, Türkiye’nin tam demokrasiye geçişinde dev bir adım olacak. Eğer referandum geçerse bu, Türklerin askerin siyasete karışmasından gına getirdiklerinin işareti olarak alınacak. Zafer, Türkiye eğer Avrupa demokrasi düzeyine erişmek istiyorsa, zorunlu olan tümüyle yeni bir anayasanın yazılmasına dair ilk planına geri dönmesi için de hükümeti yüreklendirecek. Ayrıca böyle bir sonuç, Türk devleti ile Kürt milliyetçileri arasındaki uzun ve şiddetli çatışmaya son vermek amacıyla Kürt gruplarla müzakerelerin başlatılması kararına da yolu açabilir.”
Ben de bu görüşlere genel olarak katılıyorum.
Bu nedenle de, “Yetmez ama evet!” diyorum.