Barış hedefine kilitlenmek yerine yan yollara saparsak, ormanda ağaçların arasında kaybolursak, resmin bütününü gözden kaçırırsak yazık olur, yanlış olur. “İmralı haberini Milliyet’e kim sızdırdı?” sorusunun peşinden koşturmanın, sabotaj diye feryat etmenin bir yararı yok ki.
Evet, barış zamanıdır, silahlara veda zamanıdır. Silah ve şiddetin kullanım süresi çoktan beri dolmuştur çünkü.
Bundan ötesi çıkmazdır.
Çıkmaz sokak olduğu içindir ki, bugün artık barış koşulları olgunlaşmıştır.
Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır.
Daha çok acı çekilmesin.
Daha çok insanımız ölmesin.
İnsan hayatından daha kutsal ne olabilir ki.
Onun içindir ki:
Bundan sonrası artık savaşın değil, barış ve demokrasinin derinleşmesidir bu ülkede.
Türklerin de, Kürtlerin de ortak çıkarı gerçek barış ve demokrasiden geçer.
Bundan böyle hedefe kilitlenmek lazım.
Hedef de tek kelimedir:
Barış!
Hedefe kilitlenmek yerine yan yollara saparsak, ormanda ağaçların arasında kaybolursak, resmin bütününü gözden kaçırırsak yazık olur, yanlış olur.
“İmralı haberini Milliyet’e kim sızdırdı?” sorusunun peşinden koşturmanın herhangi bir yararı yok ki.
‘Sabotaj’ı da geçelim, ‘provokasyon’u da...
Bu tavır her şeyden önce gazeteciliğe, mesleğimizin özü olan haberciliğe hiç yakışmıyor.
Şu da söylenebilir:
Bir gerçeği olduğu gibi yansıtan büyük bir haberle ilgili olarak sabotaj diyenlerdir, asıl ‘sabotajcılar’ın değirmenine su taşıyanlar...
Gazete yapmak ayrıdır, devlet yönetmek ayrıdır. İkisi birbirine karıştırılmasın. Kimse de kimsenin işine öyle karışmasın.
Biliyorum, ikisinin arasından geçen çizgi bazen incelir, bazen bu yüzden kıyametler kopar.
Amerika’da Domuzlar Körfezi çıkarması, Vietnam Savaşı, Pentagon Belgeleri ve Watergate Skandalı yüzünden ne kıyametler kopmuş, gazeteci milletinin birçok değerli ferdi kaç kez vatan hainliğiyle suçlanmıştı.
Ama sonra o gazeteler ve gazeteciler tarihe geçtiler, haber ve yorumlarıyla barış ve demokrasiye sahip çıktıkları için...
Bu konuyu geçiyorum.
Çünkü hedefin adı barıştır.
Ve bugün tek yol barış hedefine kilitlenmektir.
Daha fazla acı çekilmesin, analar daha çok ağlamasın diyorsak, bu konuda hakikaten samimiysek, o zaman yan yollara sapmayalım ve barışa kurulabilecek tuzakların kaynağına bilerek bilmeyerek su taşımayalım.
Hiç unutmayın.
Tarih, barış yapanları yazacak. Tarihin sayfalarına büyük harflerle geçen onlar olacak.
Buna karşılık, bugün bin bir dereden su getirerek ve cılkı çıkmış klişeleri çığırtarak her Allah’ın günü muhalefet yaptıklarını sananlar ise kendilerine ancak tarihin çöplüğünde yer bulacaklar.
Sonunda hep savaş değil, barış kazanmıştır. Çünkü kutsal olan insan hayatıdır.
2011 genel seçimlerinden sonra yazmıştım, “Sayın Başbakan tarihin eli omzunuzda!” diye.
Barış konusunda almış olduğu siyasal risk ve sergilemiş olduğu siyasal cesaret dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ı kutlamıştım o tarihlerde.
Bugün de temkinliyim ama risk ve cesaret konusunda kendisini yine kutluyorum.
Şimdi geçmişe dönmenin bugün için bir yararı yok. Ama son iki yıllık kan ve gözyaşı dönemini keşke yaşamasaydık.
Biliyorum, keşkelerle tarih yapılmıyor, yazılmıyor.
Tarih yaşanıyor.
Acılarıyla sevinçleriyle yaşanıyor.
Sayın Başbakan;
Tarih bazen yaşarken de yakalanır.
Tarihin eli bir kez daha omzunuzda.
Barış fırsatı bu kez kaçmasın!