Uluslararası diplomasi haftaya iki yıllık aradan sonra canlanan Astana Süreci’nin ilk zirvesiyle başladı. Resmi açıklamalara, liderlerin konuşmalarına ve ortak bildiriye göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Cumhurbaşkanı Reisi ile “Suriye’nin uluslararası terörizmin yatağı olmaktan tamamen ve temelli kurtarılması ve çatışmalar bittikten sonra insani sorunların çözümü, ülkenin yeniden inşası konusu” ele alındı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da hem zirvede hem de ikili toplantılarda Suriye meselesine ağırlık vereceği ifade edilmişti. Bu arada ülkelerin arasında ikili birçok anlaşma imzalandı.
Ancak, uluslararası gündem, İran söz konusu olduğunda Suriye’nin güvenliği veya güvensizliği veya ikili ekonomik ve ticari anlaşmalarla sınırlı olamıyor; çünkü ortada koca bir “İran’ın nükleer tutkusu” meselesi var. Bu “tutku” İran’ın 20 yıldan beri enerjiyle sınırlı olduğunu açıklamasına rağmen, biliniyor ki bu kadarla kalmıyor. Nitekim, Tahran zirvesinden bir gün önce, İran’ın Dış İlişkiler Stratejik Konseyi Başkanı ve Ayetullah Ali Hamaney’in danışmanı (eski dışişleri bakanı) Kemal Harrazi, ülkesinin nükleer silah üretmek için gerekli teknik kapasiteye sahip olduğunu açıkladı. Harrazi, “Henüz bir bomba yapmaya karar vermedik” dedi. Bu açıklama İsrail’in açıklamalarıyla örtüşüyor.
İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, nisanda yaptığı açıklamada İran’ın nükleer silah yapmak için gerekli uranyum zenginleştirme düzeyine eriştiğini, bomba yapmak için yeterli miktarda zengin uranyuma ulaşmak için de yeterli tesise sahip olduğunu bildirmişti. İranlı yetkili, nükleer silah imal kararının, İsrail’in İran’ın ulusal güvenliğine yönelik tehdidine bağlı olduğunu söyledi. Hatta Harrazi, İsrail’in hassas noktalarını konu alan askeri tatbikatlar yaptıklarını bile ifade etti.
Bu açıklamaları art arda sıraladığınız zaman, Suriye’deki uluslararası terörizmin kökünü kazımak Türkiye açısından ne kadar önemli ise İran konusunun da hem bölge ülkeleri hem de ABD ve Rusya için o kadar önemli olduğu anlaşılıyor. Rusya, İran’ın nükleer araştırma ve geliştirme çabasını uluslararası denetime açması ve bu çabaların enerjiyle sınırlı kalmasını öngören 2015 Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA) anlaşmasına, BM güvenlik konseyi üyeleriyle birlikte taraftır. ABD’nin bu anlaşmadan tek taraflı çekilmesi sırasında Rusya anlaşmaya ne kadar önem verdiğini, İran’ın nükleer silah yapmaktan kaçınmasını ne kadar önemsediğini açıkladı.
Üç liderin Tahran Zirvesi, üç lidere toplu görüşmenin dışında ikili toplantılar için de imkân sağladı. Kuşkusuz Putin, İran Cumhurbaşkanı ile bu fırsatı JCPOA ilkelerini tekrarlamak için değerlendirmiş olmalı. İran’ın bütün bölgeyi istikrarsızlaştıracak, açık söyleyelim, bir İsrail-İran savaşına sebep olacak çılgınlığı, sadece Rusya’nın değil, hiçbir ülkenin onaylayacağı bir gelişme olmaz. Türkiye açısından bu savaş ve ona sebep olacak İran atom bombası, Suriye’nin ve Irak’ın üçe bölünmesi ve kökü kazınmak istenen uluslararası terörizmin bu ülkelere, ABD ve AB eliyle temelli gelip oturması demektir.
İran biraz akıllı ise bu “üçe bölme” planının Irak ve Suriye ile sınırlı kalmayacağını, kendisini de içine alacağını kestirebilir.