Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Özay Şendir’in 15 Kasım tarihli Trump ve bakanlarını değerlendiren yazısında, ders niteliğinde bir hüküm vardı. Şendir üstadımız, ülkemize nereden bulaştığı belli olmayan “Trumseverlik” salgınına karşı argümanları sıraladıktan sonra, “Kimilerinin çok savunduğu mal bu işte...” diyordu.
“Mal” emtia anlamına!
Trump’ın yönetim üyelerini seçerken gösterdiği tutuma New York Times editörleri anlamı bol “frenetic” kelimesini yakıştırıyorlar: çılgınca, telaşlı, korkudan aklını kaybetmiş gibi. Öyle ya, hakkında 18 yaşından küçük kişilerle cinsel ilişki iddiasından soruşturma yapılan kişiyi Adalet Bakanı, “Beynimin yarısını kurtlar yedi!” diyen ama beyninde kurtların yediği bir bölüm bulunmayan aşı düşmanı kişiyi Sağlık Bakanı, eski başkan Obama’nın 2015’te ABD’nin Baltimore kentinde bir camide yaptığı konuşmayı kınarken, bütün İslam’ı ve Müslüman ülkeleri suçlamaktan çekinmemiş kişiyi Dışişleri Bakanı atamak, soğukkanlı, düşünerek alınmış kararlar olamaz. Anglosaksonların, “Leopar beneklerini değiştiremez” diye bir sözü vardır. Ortadoğu barışı için elinde 4 koca yıl bulunduğu sırada ağzına bir kere bile “İki devletli çözüm” terimini almamış, “asrın anlaşması” adıyla hazırladığı sözde barış planında “Filistin” kelimesi geçmeyen birinin, şimdi iç politikaya yatırım amacıyla söylediği “Savaşları bitireceğim” sözüne inanmak için yeterli sebep var olabilir mi? Hele İsrail’e büyükelçi olarak atadığı kişi, “Filistinli diye bir millet yoktur!” diyen bir Evanjelik-Siyonist Baptist papazı ise!
Trump’ın başkanlığında uyguladığı politikalarda ve daha sonra hakkındaki ceza davalarıyla uğraştığı dört yıl boyunca yaptığı konuşmalarda temel ilke, İsrail’e olan sarsılmaz destek olmuştu. İlk döneminde işgal altındaki Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımış, ABD büyükelçiliğini oraya taşımış, İsrail’in Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini kabul etmişti. Böylece, ABD-İsrail bağlarını daha da güçlendirmiş, İsrail’in bölgede yayılmacı siyasetini desteklemişti. Trump’ın şimdi İsrail’in--elde kalan tek Filistin toprağı--Gazze ve Batı Şeria’yı işgal, Güney Lübnan’ı ilhak amaçlı savaşına destek vermeyeceğini söyleyebilir misiniz?
Trump’ın Ortadoğu stratejisinin temel unsurlarından bir diğeri, İran’a karşı “maksimum baskı” siyasetinin bir uzantısı olarak, Irak ve Suriye’de İran etkisini kısıtlayacak uygulamalar olacaktır. İran’ın, bölgeyi istikrarsızlaştırıcı ve İsrail’i yok etmeye kararlı bir güç olduğu inancını hiç gizlememiş olan Trump, aradaki 4 yılda İran’la Körfez ülkeleri arasındaki yakınlaşmaya engel olmaya çalışacağını söylemek, yanlış olmasa gerek. Trump, İsrail ve Körfez ülkeleri arasında dostluğun gelişememe, İran’ın nükleer caydırıcılık edinme çabasına devamı gibi sorunların kaynağını bile anlamadığını söylemek de hatalı olmaz kanısındayım.
İsrail’in, kurulduğu günden beri reddettiği Filistin topraklarını Filistinlilerle paylaşması gerektiğini anlamasını sağlamak, İsrail’i 1967 öncesi sınırlarına geri çekilmeye mecbur etmek, bölgedeki her türlü savaşı bitirir. Hamas ve Hizbullah gibi işgale karşı direnme örgütleri yerine, barışçı siyaseti ve İsrail ile iş birliğini savunan partileri işbaşına getirir. İran’ın nükleer caydırıcılık çabasını sona erdirir. Çin ve Rusya’nın Körfez’de ve Afrika’da artan etkisini küresel barış için tehdit olmaktan çıkartır.
“Bitirirdi,” “çıkartırdı” demek daha doğru olurdu. Trump ve Amerikalı sol entellere karşı intikam amacıyla oluşturduğu yönetim, İsrail’i Filistinlilerle barış içinde yaşamaya zorlamak şöyle dursun, tam tersine, Filistinlilerin varlığını bile tanımayan, Siyonist yayılmacılığa karşı durmak bir yana kendisini Siyonist ilan eden kişilerden oluşuyor. Bu liderin ve ekibinin savaşları sona erdirmesi mümkün mü?
Kimilerinin çok savunduğu ve barış beklediği mal bu işte...