ABD başkanı, yılların verdiği deneyimle, edinimleri ve kazanımları ile saygı uyandıran, siyasal kararlarının geçmişi ile herkese güven veren bir kişi… Olamadı.
Trump böyle birisi değil çünkü. İlk görev süresinde popülist uygulamalar ile ABD’yi dünyaya yön veren bir süper güç olmaktan çıkartmıştı. Evet, bir ilkesi var: Her şeyden önce Amerika! Bu ilke ile Meksika’dan gelen ucuz iş gücüne duvar ördü; Çin’den yapılan ithalata yüzde 100 gümrük vergisi koydu. NATO’nun Avrupalı üyelerine “Ya savunma paylarınızı arttırırsınız, ya da Putin’e yem olursunuz!” dedi. Bunları alt alta koyduğunuz zaman ortaya ülkesinin, halkının çıkarını ön planda tutan bir lider imajı çıkmıyor değil. Ama bunlar, gazete manşetlerine, TV’lerin akşam haberlerine çıkan, iş dönüşü, her gün artan fiyatlarla mücadele edilmesi, maaşların enflasyonun karşısında erimesine çare bulunması beklentisiyle TV’sini açan Amerikalı orta gelir grubuna çok iyi gelen uygulamalardı. Ama öte yanda, Amerika’nın, özellikle Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, barış ve huzur ortamının mimarı olmasını bekleyen bir dünya vardı. O dünya, Trumplı dört yılda hayal kırıklığına uğradı.
Ne var ki ABD başkanını, dünya kamuoyu değil, Amerikalı orta gelir grubu belirliyor. Sosyolojik olarak tutucu, toplumsal olarak kendi çıkarını öne alıp başka bir şeyi düşünmemeye alışık bir orta gelir grubu; küçük kent ahalisi… Onlar 2016 seçimlerinde de, tıpkı dün olduğu gibi, ABD’nin küresel denge siyasetinde alması gereken yeri düşünerek değil, ertesi gün fiyatların ne kadar artacağını düşünerek oy vermişlerdi.
Trump’ın devlet yönetimi deneyimi olması veya olmaması, yanında denenmiş ve başarılı, başkana sadık bir teknokrat ekibi bulunup bulunması 2016’da da önemli değildi; dün de önemli olmadı. Trump, dünyayı ateşe veren, Afganistan’dan Irak’a, Suriye’den Libya’ya yeni bir siyasal düzen getirmeye çalışan Bush ekibini aynen muhafaza etmişti. Bugün de, Biden’ı uçuruma iten, Kamala Harris’in yenilgisinde baş rolü oynayan, “Kayıtsız şartsız İsrail’e destek” siyasetinin uygulayıcısı ekibi işbaşında tutmaya devam edeceği gibi…
Trump, o zaman da “derin ABD devleti” ile bir uzlaşma içindeydi; bugün de aynı siyaseti uygulayacaktır: Ben sizin dünyaya şekil verme işlerinize karışmayacağım, siz de benim ekonomi-istihdam-mülteci siyasetime karışmayın.
Bu pazarlığı bir kere, 2020’de Afganistan ve Irak’taki ABD askerlerini geri çekme emri ile bozmaya kalktı; savunma bakanı, kuvvet komutanları, büyükelçiler, özel temsilcilerin toplu istifası ile adımını geri almak zorunda bırakıldı. Dolayısıyla, orta gelir grubu Amerikalı seçmenin de umurunda olmayan, Irak ve Suriye’yi bölerek İsrail’e kalkan olacak bir teröristan kurulması ve İsrail’in İran’a -zararını milyonlarca İranlının ve komşu ülke halkının çekeceği- bir askeri müdahalede bulunmasına ABD’nin destek olması gibi işler aynen devam edecektir.
Hatırlarsanız, hiçbir ABD başkanı, İsrail’in Suriye ve Filistin topraklarını işgalini onaylama anlamına gelecek söylem ve işleme kalkışmadığı halde, Trump, İsrail’in işgal siyasetini onaylamış ve ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den işgal altındaki Kudüs’e naklettirmişti. Yani ABD’nin İsrail büyükelçiliği meşru İsrail topraklarında değil, işgal altındaki Filistin’de bulunuyor!
Evet, Trump’ın kıl payı kaybetmesi halinde ABD’de başlayacağından korkulan 6 Ocak 2021 benzeri bir Kongre baskını olmadı. Şimdi, Amerikalı uzmanlar, sakin-sakin, Kamala Harris’in neden kazanamadığı sorusuna cevap arayacaklar; ama Orta Doğu haritasını yeniden çizmeye kararlı İsrail ve onun ABD’deki lobisi, onların iç destekçileri ve özellikle NeoCon’lar da işlerine devam edecekler.
Üstelik bu kez “Süper Zafer” yani başkanın partisinin Kongre’nin iki meclisinde de çoğunluğu elde etmesi de gerçekleşmiş görünüyor. Amerika’nın 248 yıllık tarihinde sadece yedi kez gerçekleşmiş olan bu durum, Trump’a içerde ve dışarda istediği gibi at koşturma imkanı da verecektir.
Kıyamet, ABD içinde kopmadı ama korkarım yeri değişecek.