“Siyonizm nedir?” diye araştırırsanız, alacağınız en tarafsız tanım şu olabilir:
“Filistin’de bir Yahudi ulusunun geliştirilmesi ve korunması için bir hareket. 1897’de Theodor Herzl önderliğinde siyasi bir örgüt olarak kuruldu.”
Şimdilerde bu “hareket” adına yüzlerce kurum ve kuruluş var.
Siyonist Stratejiler Enstitüsü, sözüm-ona, “İsrail’in Yahudi karakterini ve demokratik doğasını” desteklemek için kurulmuş! Bar-Ilan Üniversitesi’nde araştırma koordinatörü olan, Birleşmiş Milletler programlarında yöneticilik yapmış Noa Lazimi isimli kişi, Israel Hayom sitesinde “İsrail’in “geliştirilmesi ve korunması” amacına uygun bir “bilimsel” makale yayınladı.
“Bilimsellik,” kurumun ve yazarın kendilerini tanıtımlarında geçen bir ifade. Yazıyı okursanız, “tarafsız uyarı” kisvesi altında, İsrail hükumetinin Türkiye’ye karşı kışkırtıldığını görüyorsunuz. “Düşmanımın düşmanı: İsrail, Türkiye’ye karşı Kürtleri desteklemeli mi?” başlıklı yazının giriş paragrafı şöyle:
“Kürtlerin yardımına koşma cazibesine rağmen, İsrail, Ankara’nın acımasız düşmanlarını desteklemek için harekete geçmenin sonuçlarını göz önünde bulundurmalıdır. Kürtlere destek sağlamak, Ankara’da Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik Kürt tehdidini desteklemek olarak görülecektir.”
Böyle bir girizgahtan sonra, yazarın Türkiye’nin terör örgütleri hakkındaki duyarlığını anladığını düşünüyor, ve Irak ve Suriye’ye yönelik ve güya Kürtlerin “ulusal isteklerini yerine getirme” gibi görünen ama gerçekte bu ülkeleri parçalamaya yönelik ABD-AB planlarını açıklamasını, İsrail’e bu planlara alet olmamasını öğütlemesini beklemiyor musunuz?
Ama hayır, giderek sağduyulu tek sesin kalmadığı, bilim insanı, diplomat, devlet adamı, asker demeden, bütün toplumun Başbakan Netanyahu ve hükumet içindeki cuntasının alet olduğu İsrail, yeni yıla yeni katliamlara yeni bir kararlılıkla giriyor. Bir iki gazetenin, sağa-sola sıkışmış bir iki yazarının dışında artık İsrail’de Siyonizm dışında hiçbir fikre, hiçbir öneriye yer kalmadığı görülüyor.
Yıllarca, dünyaya “Orta Doğu’daki tek demokrasi” ve “örneği Avrupa’da bile kolay görülmeyecek serbest seçim sistemi” diye yutturulan İsrail’de, parlamentodaki üç-dört oy çoğunluğu ile mahkemelerin yargı yetkisine, savcıların soruşturma imkanına engel olan meclis kararları alınıyor. Hükümetin borazanı olmayan yazarlara ve sosyal medya şahsiyetlerine karşı karalama ve linç kampanyalarını bizzat Başbakanın eşi ve oğlu yönetiyor. Eşi Sara Netanyahu’nun hükumet içinde ayrı bir güç merkezi oluşturduğu ve kendi ekibi ile dezenformasyon kampanyaları yaptığı yazılıyor çiziliyor.
Ancak bu yazı-çizi işlerinin çok yaygın olduğunu sanmamak gerekir. Çünkü gazeteler ve televizyonlar, en ufak eleştiriyi, “İsrail’e karşı düşmanca tutum” diye niteleyerek, her türlü fikri bastırmasına tanık oluyoruz. Bu durum, 7 Ekim’den önce de böyleydi; ancak dünya İsrail’in nasıl bir parlamenter diktatörlüğe doğru evrildiğinin farkında değildi. İsrail’in Filistin Soykırımı, hükumetlerin değilse bile dünya halklarının gözünü açmaya vesile oldu.
Noa Lazimi’nin Netanyahu’ya Iraklı ve Suriyeli Kürtleri Türkiye’yi kızdırmadan nasıl destekleyeceği ve onların “bağımsızlık ideallerini” nasıl gerçekleştireceğine dair akıl öğreten yazısını yayınlayan Israel Hayom dergisi, 2007’de “İsrail halkının dengeli gazeteciliği hak ettiği inancına” dayanarak kurulduğunu iddia ediyor ve yayın ilkesini “Bağıran değil konuşan gazetecilik” diye açıklıyordu. Ne var ki, Netanyahu ve ırkçı Siyonist hükumet ortaklarının kurduğu bugünkü düzen, sadece özgür basını değil, ama tüm İsrail’i varlığını sürdürme sorunu ile karşı karşıya getirdi.
İsrail’in dünya uluslar topluluğunda yeri olmayacağı, Netanyahu ve cuntasının da “soykırımı” suçunun uluslararası tanımının yapıldığı 1948’den önce ve sonra bu suçu işleyen liderlerle birlikte tarihin çöp tenekesinde yerini alacağı kesindir. Ancak henüz belirgin olmayan ne zaman gerçekleşeceğidir.