Kısa ve hızlı bir Washington ziyareti, bize Trump’ın bugüne dek altı ABD başkanında görmediğimiz kadar, mizah, hatta ondan da öte, istiskal, alay, hafife alma konusu hale geldiğini gösteriyor.
Gerçi başkent olarak Washington’un en yaygın zaman geçirme faaliyeti siyasetçileri hafife alma, onlarla alay etme ve onları, çıkar düşkünü taşralılar olarak taktim etmedir; ama Trump’ın uğradığı istiskal, anlatılamaz boyutlara varmış bulunuyor. Bu kentte, Trump’a oy vermiş bir tek kişi bulunduğunu tasavvur etmek her ne kadar imkânsız gibi görünse de sarsılmaz parti sadakati sebebiyle yine de birkaç oy almış olması ihtimali vardır. Bu birkaç kişinin hatırına, Trump’ı alaya alma faaliyetinin sınırlı olması beklenebilirdi. Ama bu da yok ve nerede ise bütün başkent bir Trump tiyatrosuna dönmüş durumda. Belki Cumhuriyeti Parti Senato ve Meclis Grup idare amirliklerinde bu tiyatro çok canlı oynanmasa da Cumhuriyetçi Parti kulisinin loşça koridorlarında Trump fıkralarının anlatıldığı kuşkusuz.
Hele seçim kampanyası sırasında Rusya ile rakip demokratların hazırlıkları ve belli başlı adayların yararlandığı ekipler hakkında yalan yanlış da olsa, “zarar verici nitelikte” bilgi toplamak üzere iş birliği
Aralarında eski başbakanlar, dışişleri bakanları, AB yöneticileri, NATO’nun iki eski genel sekreteri, akademisyenler ve yazarların bulunduğu 40 aydın, Guardian gazetesine yazdıkları mektupta, içeriği ne olursa olsun, ABD’nin hazırladığı Ortadoğu Barış Planı’nın reddedilmesi çağrısında bulundu. ABD Başkanı Trump’ın başdanışmanı Jared Kushner tarafından hazırlanan plan bugün yarın açıklanacak.
Avrupalı liderlerin, henüz son şeklini görmedikleri bir planın reddini istemeleri garip görünebilir. Ancak, burada reddi istenen şu şu maddeler değil; Trump işbaşına geldiği ve Jared Kushner’i İsrail-Mısır dosyasından sorumlu başdanışman atadığı günden beri ABD’nin Filistin Barışı konusunda sergilediği tutum değişikliğidir. ABD, herhangi bir anlaşmazlıkta, taraflara düşmanlığı bırakarak, barışmalarını söyleyebilecek, bunun için taraflara atmaları gereken adımları teklif edebilecek arabulucularda aranan temel niteliği yitirdi. Bu nitelik, “honest broker” (dürüst arabulucu) sıfatıdır ve Trump, planın hazırlayıcısı Kushner ve planın ete, kemiğe bürünmesini sağlayan ABD Dışişleri Bakanlığı, Filistinlilerin hakkını savunacak dürüstlüğe sahip değiller.
Nasıl olsunlar? Daha Beyaz Saray’a adımını
Geçen hafta, en yetkili ağızlardan ve kalemlerden, uluslararası arenada ciddi ve güçlü mesajlar verilen bir zaman dilimi oldu.
Maliye Bakanı Berat Albayrak, önce Ankara’da, ardından da Washington’da yeni ekonomik programla ilgili açıklamalar yaptı. Washington’da 400’den fazla uluslararası yatırımcının ve banka temsilcisinin katıldığı toplantıda Albayrak “Yapısal Dönüşüm Adımları” adlı reform programını anlattı.
İngiliz Reuters haber ajansının toplantı biter bitmez verdiği ve Amerika’nın Sesi radyo-televizyonun saniye geçirmeden yaydığı negatif habere rağmen, toplantıya ev sahipliği yapan JP Morgan bankasının feedback’i, Albayrak’ın mali disipline riayet güvencesi ve kısa vadeli sorunların çözümü için kamu ve özel bankalara yaklaşık 5 milyar dolarlık borç garantisi desteği sözünün dış yatırımcılar arasında önemsendiğini gösterdi.
Reuters’in haberinde adı verilmeyen bir uluslararası yatırımcının maliyeci-yatırımcı ciddiyeti ile bağdaşmayan bir üslupla, “Doğruca IMF’nin kapısını çalmalı” şeklindeki sözlerine yapılan gönderme, haberin de demecin de ciddiyetine gölge düşürüyordu. Bu, son zamanların moda “yalan haber” akımının yeni bir örneğidir, diyebiliriz.
Haftanın ikinci uluslararası
İtalya’da yeni Mussolini ve Almanya’da yeni Hitler yükseldi de yükseldi. İtalya’da Matteo Salvini’nin bugün bulunduğu yere gelebileceğini İtalyan milliyetçileri rüyalarında görseler inanamazlardı. Almanya’da Jörg Meuthen, kimsenin ciddiye almadığı Holokost reddiyecisi fanatikten başka bir şey değildi Almanya siyasetini izleyenler için. Aynı şeyleri, Finlandiya’nın Olli Kotro ve Danimarka’nın aşırı sağcısı Anders Vistisen için de söyleyebilirsiniz.
Bu kişilerin bir gün gelip ülkelerindeki muhafazakâr ve milliyetçi hareketi temsil edeceklerine inanmak imkânsızdı. Ama buna bir kişi inandı; hem de ta okyanusun öte tarafından: Steve Bannon.
Trump’ın bir gün başkan olacağına inanan ilk kişi olan, onu ciddi bir kampanya sürdürmeye, “çıkıntı” davalar yerine tutarlı bir popülizm (halk dalkavukluğu) yapmaya ikna eden Bannon. Trump’ın ilk altı ayı içinde çıkarttığı bütün “ırkçı” kararnameleri (örneğin Müslüman ülke yurttaşlarına ABD’yi giriş yasağı ilan eden, ama mahkemelerin geçersiz kıldığı emri) kaleme alan Bannon. Adam o kadar ırkçı idi ki Trump gibi birisi bile onu daha fazla Beyaz Saray’da tutamadı. Bu “dostane boşanma” ertesi, Steve Bannon, Avrupa’ya koştu ve nerede kendi ayarında beyaz
ABD başkan yardımcısı Mike Pence’in hatalarla dolu ve bir o kadar da diplomatik nezaket ve hatta kişisel terbiye yoksunu demecinden sonra geçen beş gün içinde, gazete ve televizyonlarla Internet yayınlarındaki NATO aleyhtarı yazıların miktarında, kaba bir gözlemle, üç-dört kat artış gözleniyor. Bugüne kadar ABD’nin hemen her hatasını görmezden gelen yazarlarımız ve yorumcularımız bile, Türkiye’nin ayağındaki genel olarak NATO ve özel olarak ABD zincirinden kurtulması zamanının geldiğini (veya yakında gelebileceğini) ifade ediyorlar.
Prof. Dr. Ahmet Saltık, kişisel web sitesindeki bir yazısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dünya 5’ten büyüktür’ sözünü irdelerken, bunun dünyada birçok ülke için “durumun farkına varma anı” olduğunu belirtiyor ve bunu eski Roma’da köle-gladyatör Spartaküs’ün ayağındaki zinciri fark ettiğinde söylediği şu sözleri hatırlatıyor:
- “Bu zincir benim ayağımda ne arıyor?”
Roma’nın esirlerini MÖ 70’lerde kurtuluşa götüren isyanı başlatan Spartaküs’e bu sözleri söyleten Stanley Kubrick’in ünlü 1960 yapımı filminin alındığı romanın yazarı Howard Fast mıdır? Yoksa gerçekten insan zincire vurulduktan çok sonra bu zinciri fark edebilir mi? Her ne ise şurası gerçektir
William Blum “Rouge State: A Guide to the World’s Only Superpower” (Haydut Devlet: Dünyanın Tek Süper Gücünü Anlama Rehberi) başlıklı kitabının sunumunda şöyle der:
“Bu kitabın başlığı ‘Bebekleri testereyle öldüren seri katiller ve onlara âşık kadınlar’ olabilirdi” diye yazar. ABD’nin 1999’da hiçbir ülkeye danışmadan, BM’den yetki istemeden, eski Yugoslavya’ya gerçekleştirdiği hava saldırısından sonra, bu ülkelerin ABD ile müttefiklik ilişkisini sürdürmesini, seri katillere âşık olan kadın psikozuyla açıklamaktan başka bir çare de yok gibidir. ABD, Libya’yı, İran’ı, Afganistan’ı suçladığı “haydut devlet” sıfatına layık hale gelmişti; ama hiçbir müttefiki ABD ile ortaklığını sorgulamamıştı.
F-35’lerin ABD ve müttefikleri arasında bir konsorsiyum marifetiyle geliştirilmesi ve imalatı süreci henüz hafızalarda olsa gerek. Tek pilotlu, tek motorlu, tipinin beşinci nesli olan bu uçakları Amerikan Lockheed Martin firması düşündü; ilk uçuşunu 2006’da, ilk kazasını 2007’de yapan bu avcı uçağının parçaları Türkiye’nin yanı sıra, İngiltere, İtalya, Avustralya, Kanada, Norveç ve Danimarka tarafından üretiliyor. Hemen her parçasının başka bir ülke tarafından üretilmesi imkânı var ama Türkiye’de
Türkiye 1 Nisan’a yeni belediyelerle başladı; yeni bir hükümetle değil. Bunu BBC’den VOA’ye, New York Times’tan Haaretz’e kadar birçok yabancı yayın organına anlatmak zor olabilir; ama yabancı misyon şefleri, özellikle ABD elçilik ve konsolosluklarının, tıpkı ABD’deki gibi, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yerli yerinde durduğunu anlatmaları nispeten daha kolay olabilir.
“Erdoğan Türkiye’deki kritik seçimlerde yenildi” tarzında bir başlığın içerdiği hatalar saymakla bitmez. Erdoğan bu seçimlerde aday değildi; partisi birçok yerde MHP ile ittifak halinde, bazı yerlerde de tek başına seçime girmişti. ABD ve başkanlık sistemi uygulanan ülkelerde olduğu gibi, Erdoğan ve rakibi Muharrem İnce’nin aday olduğu seçimler 24 Haziran 2018’de yapıldı ve bir yenisi ta 25 Haziran 2023’te yapılacak. O zamana kadar Erdoğan kabinesi denen bakanlar kurulu işbaşında kalacak.
Türkiye’yi belediyelerin yönettiğini sananlar da yanılırlar. Türkiye’de güçlü bir merkezi hükumet sistemi var; o kadar ki yerel yönetimlerin bütçe tahsisatları Ankara’da, merkezi hükümet tarafından yapılır; merkezi hükümet yerel yönetimlerin plan ve programlarını onaylamaya veya reddetmeye yetkilidir. Belediyelerin yapmaktan
ABD Kongresi’nin merdivenlerinde, 20 Ocak 2017, tam öğle vakti, Donald Trump başkan olarak, üstlendiği görevleri en iyi şekilde ifa edeceğine yemin ettiği sırada töreni 200 metre uzaktaki binalarından izleyen bir grup Federal Soruşturma Bürosu (FBI) görevlisi, bu yeminin yerine gelmeyeceğine emindiler. Bu görevliler ki, aralarında FBI başkanı James Comey de vardı, Trump ve ekibinin, Demokrat rakibi Hillary Clinton’ın seçimi kaybetmesini sağlamak üzere, Rusya ile “iş birliği” yaptığına inanıyorlardı. Ellerinde kanıt olarak “Steele Dosyası” adı verilen bir rapor vardı. Rapor, İngiliz İstihbarat Servisi (MI6) Rusya Masası eski şefi Christopher Steele tarafından Fusion GPS isimli bir özel güvenlik firması için hazırlanmıştı. Raporu sipariş eden ise Free Beacon ardında bir muhafazakâr siyasal Web sitesi idi. Site, 2016’da Trump dahil, bütün Cumhuriyetçi aday-adaylarının önseçimleri kazanma şansını ve yarışa nasıl hazırlandıklarını soruşturmak istemiş ve bu firmayı, firma da Steele’i bulmuştu.
Rapor geç kaldı; Trump önseçim-yoklama yarışını kazandı; firma siparişinden vaz geçti. Ama rapor yazılmıştı; içinde “bomba” bilgiler vardı ve adım adım ilerleyerek, geçenlerde ölen Cumhuriyetçi