İtalya’da yeni Mussolini ve Almanya’da yeni Hitler yükseldi de yükseldi. İtalya’da Matteo Salvini’nin bugün bulunduğu yere gelebileceğini İtalyan milliyetçileri rüyalarında görseler inanamazlardı. Almanya’da Jörg Meuthen, kimsenin ciddiye almadığı Holokost reddiyecisi fanatikten başka bir şey değildi Almanya siyasetini izleyenler için. Aynı şeyleri, Finlandiya’nın Olli Kotro ve Danimarka’nın aşırı sağcısı Anders Vistisen için de söyleyebilirsiniz.
Bu kişilerin bir gün gelip ülkelerindeki muhafazakâr ve milliyetçi hareketi temsil edeceklerine inanmak imkânsızdı. Ama buna bir kişi inandı; hem de ta okyanusun öte tarafından: Steve Bannon.
Trump’ın bir gün başkan olacağına inanan ilk kişi olan, onu ciddi bir kampanya sürdürmeye, “çıkıntı” davalar yerine tutarlı bir popülizm (halk dalkavukluğu) yapmaya ikna eden Bannon. Trump’ın ilk altı ayı içinde çıkarttığı bütün “ırkçı” kararnameleri (örneğin Müslüman ülke yurttaşlarına ABD’yi giriş yasağı ilan eden, ama mahkemelerin geçersiz kıldığı emri) kaleme alan Bannon. Adam o kadar ırkçı idi ki Trump gibi birisi bile onu daha fazla Beyaz Saray’da tutamadı. Bu “dostane boşanma” ertesi, Steve Bannon, Avrupa’ya koştu ve nerede kendi ayarında beyaz ırkın üstünlüğüne inanan, faşist özentisi, Nazi hayranı varsa hepsiyle görüştüğü bir yıldırım tur yaptı.
Alman Meuthen, bırakın Musevi Soykırımını inkâr etmeyi, tersine, anma günleri düzenliyor. Salvini, kendisinden “Genç Mussolini” diye söz edenleri mahkemeye veriyor. Finlandiya ve Danimarka’da da aşırı sağ, yabancı işçi ve göçmen düşmanı suratlarına yeni bir maske taktılar; ılımlı muhafazakârlara ve ana akım milliyetçilere koalisyon çağrıları yapıyorlar.
Ama değişmeyen bir şey var: Avrupa’nın Türkiye’ye karşı dışlayıcı duvarlarını indirmemek, Türkiye düşmanlığında birleşmek. Bu dört partinin Milano’da geçenlerde yaptıkları ortak toplantıdan sonra yaptıkları açıklamada “Türkiye ile tam üyelik görüşmelerinin durdurulması” yer aldı.
Şimdi bu kişilerin statüsü, sadakatleri ve izledikleri siyasetin Bannon tarafından onaylanmasına bağlı olarak, ABD nezdinde derece derece artacak ve bir noktada onların seçim zaferini sağlamak ABD’nin dış siyaset stratejilerinin arasına girecek. Tıpkı İsrail’de olduğu gibi. Sol-sağ, koyu dinci, laik, seçime katılan 39 partiden 38’i seçim kampanyasına ve salı günü de seçimlere gösterilen ilgisizlik nedeniyle adeta yok oluşun eşiğine geldiklerini söyledikleri İsrail’de Netanyahu ve Likud Partisi ABD’den tam seçim haftası büyük bir armağan aldı. Trump Suriye’ye ait işgal altındaki Golan’ın İsrail toprağı olarak tanıyacağını açıkladı. Netanyahu’nun seçimi kazanırsa işgal altındaki Batı Şeria’da kurulmuş olan Musevi yerleşim yerlerinin tümüyle İsrail’e ilhak edileceği sözlerine tüm dünyadan itiraz yükseldiği halde, ABD ağzını açmadı.
ABD, Avrupa’yı Netanyahu benzeri liderlerle donatmak istiyor. Bu arada şimdi ilk iş olarak, Netanyahu’yu yeni bir koalisyonun başında tutmak gerekiyor.