ABD derin devleti, tümüyle kaybetmek üzere olduğu Türkiye siyasetini üzerine yıkacağı sorumluyu arıyor. Önce suçu NATO’nun üzerine atmak istediler. Güya S-400’lerin F-35 ve diğer ortak batı standartlarına uygun olmadığını öne süren NATO imiş. NATO’nun askeri yapısının başındaki Amerikalı bile bu yalana ortak olmadı; iddianın ABD savunma bakanlığından çıktığını açıklamak zorunda kaldı.
Sonra Türkiye’yi suçlamaya kalktılar. “Size Patriot’ları verelim; Rusların sistemini almayın!” demişlermiş; Türkiye buna rağmen Rus sistemini almışmış. Türkiye şu anda bile Patriot’ları istese vermeyeceklerini Trump’ın gözüne soktu! Şimdi sıra Rusya’da. Bütün bu kargaşa, Rusların ABD ile Türkiye’nin arasını açma çabasının sonucu imiş. Herhalde Rus casusları bildirdiler Türkiye’ye, Kongre’nin Patriot satışına izin vermediğini!
ABD savunma bakanlığı müsteşarı Ellen Lord ile vekil bakanın vekil yardımcısının NATO’ya bakan vekil danışmanı Andy Winternitz, 7 Haziran günü terbiyesizliğin ötesinde bir açıklama ile, kendi sözleri ile ABD başkanının Türkiye ile S-400-F-35 komisyonu kurmak için açtığı kapıyı kapattıklarını bildirdiler. Hakaret değilse bile istihkara varan kelimelerle Türkiye’nin F-35
Cumhuriyet’ten Hürriyet’e genel yayın müdürü olarak geçen Ecvet Güresin’in önüne, Ege adalarının karasuları 12 mile çıkartılırsa ne olacağını gösteren haritayı koyduklarında, rahmetli telaşla gözlüğünü yere düşürmüş ve aynı telaşla üstüne basarak kırmıştı.
Haritaya göre örneğin Midilli’nin karasuları, Kaz Dağları’nı atlayıp, Marmara’ya kadar geliyordu! Şaka bir tarafa, İstanbul’dan kalkacak bir Türk gemisi İzmir’e gitmek için Atina’dan izin almak zorunda kalacaktı. Türk Hariciyesi, yıllarca, tabirimi hoşgörün, kulağının üzerine yatıp uyumuş ve 1958’de Cenevre’de ilk Deniz Hukuku konferansı toplandığında, Türkiye’nin “tarihi sular” itirazı da bu kez onların sağır kulaklarına çarpıp sonuçsuz kalmıştı.
Bu satırların yazarı, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” tezine inananlardan biri değildir. Tersine, uluslararası arenada tez denen şey eğer tek taraflı bir ulusal çıkarın, karşı tarafa da kazanacak bir şey bırakmadan, körü körüne dayatılması değilse, tezinize taraftar olacak çok sayıda ülke bulabilirsiniz. Bunun birinci şartı, emsalleri iyi seçerek, tezinizi benzer durumlara atıf yaparak güçlendirmektir.
Ege Denizi gibi, adaların ve kıyıların sık sık el değiştirmiş olduğu, mesafelerin
Bir İsrail Web sitesi, belli ki, Netanyahucu, sevinçle haykırıyor: ABD başkanı, İsrail seçimlerine ağırlığını koydu. Trump, Nisan’da yapılan genel seçimler öncesi, üzerine yazıldığı kâğıt kadar kıymeti olmayan bir belge göndererek, Başbakan Netanyahu’ya Suriye’ye ait Golan Tepeleri İsrail tarafından ilhak edilecek olursa bu kararı tanıyacağını bildirmişti. İsrail gazeteleri bunun seçim öncesi Netanyahu’ya yapılan en büyük destek gösterisi olduğunu yazmışlar; kimi kınamış, kimi onaylamıştı.
Herhalde bu destek İsrailli seçmen nezdinde beklendiği kadar etkili olmadı ki, Netanyahu seçimlerde diğer partilerden çok milletvekili çıkarttığı halde, güvenoyu alabilecek bir hükumet kurmayı başaramadı ve Eylül’de yeniden seçime gidilmesini kararlaştırdı. Trump Eylül’e kadar daha çok şeyler yapabilir ama ilk elde, dolaylı mesajları bırakıp, İsrailli seçmenlere doğrudan Netanyahu’yu yeniden başbakanlık koltuğuna oturtacak şekilde oy vermeleri çağrısında bulundu.
Netanyahu bir iki oy ile de olsa güvenoyu alabilirdi; ancak Yuvamız İsrail (Yisrael Beiteinu) partisinin genel başkanı (Rusya göçmeni, aşırı sağcı fakat laik Avigdor Lieberman) bu koalisyona engel oldu. Lieberman’ın mecliste sadece 5
Jared Kushner! Artık tanıyorsunuz. Trump’ın vergi kaçakçılığı ve tanıklara baskı yapmak gibi 14 ayrı yüz kızartıcı suçtan iki yıl hapis yatan ortağının oğlu. 2005 yılında Trump’ın kızına evlenme teklif ediyor; 2006 yılında Observer gazetesini satın alıyor. 2000 yılında yaptığı başarısız başkanlık kampanyasından sonra bu fikri tamamen unutan Trump’ı yeniden aday olmaya o ikna ediyor. Rakiplerine ve Demokrat Parti adayına atılacak çamurları derlemek üzere, İngiltere ve Rusya’da çeşitli firmalar ve kişilerle görüşmeler yapıyor. (Bu görüşmelerin karanlık yüzü aydınlatılamadığı için FBI daha sonra kendisine Beyaz Saray’a girip çıkma belgesi vermeyi reddedecek ve bu izin ancak Başkan Trump’ın emri ile alınabilecektir.)
Trump’ın başkan olacağına ilk baştan beri inanan tek kişi; Indiana eyaleti valisi Mike Pence başkan yardımcısı olarak bulan kişi. Dahası, Michael Wolff ve Bob Woodward’ın kitaplarına göre bütün danışmanları ve bakan adaylarını belirleyen kişi.
Jared Kushner. Son rolü kayınpederinin Orta Doğu başdanışmanı ve “Asrın Anlaşması” denilen Orta Doğu Barış Planı’nın mimarlığı. Plan güya Filistin Sorununu çözmeyi amaçlıyor ama adında bile “Filistin” kelimesi geçmiyor. Planda tümü
Ramazan’da şeytanların eli kolu bağlanır denir ya! O hesap, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman işe karıştırılmadığı zaman, ne kadar yaşlı ve hasta olursa olsun, Kral Salman bin Abdülaziz doğru kararlar verebiliyor. Örnek: Katar Emiri Muhammed bin Sani’nin Mekke Konferansı’na bizzat Kral Salman tarafından davet edilmesi ve Kral’ın bu konferansta yaptığı konuşma.
Suudi Arabistan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) dönem başkanlığını Türkiye’den devir aldı. Suudilerin ve bütün üyelerin bilmesi gereken, İİT’nin Türkiye’nin başkanlığından sonra aynı kurum olmadığıdır. Türkiye, ABD’nin işgal altındaki Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma ve elçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e nakletme kararına karşı, İİT’yi tarihinde hiç görülmemiş bir hızla topladı ve oy birliği ile protesto kararı alınmasını sağladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konferansta yaptığı konuşma, örgüt tarihinde bir liderin uluslararası bir konuda aldığı en kesin tavrı, en keskin eleştiriyi, en kararlı tutumu dile getiriyordu.
Hakkı, ait olduğu yere teslim etmek gerekirse, Kral Salman da Mayıs’ın son günü yaptığı kapanış konuşmasında, Erdoğan’a benzer bir kararlılık sergiledi. Oysa, batı gazetelerinin o tarihteki
27 Mayıs 1960’ın 59’uncu yıl dönümünü geride bıraktığımız bu hafta, başka bir ordu, kendi halkının iradesiyle mücadele halinde. Sudan’dan söz ediyoruz. Ülkeyi 1989’da askeri darbeyle ele geçiren eski general Ömer El Beşir, 1960’larda yazılan siyaset bilimi kitaplarındaki “müşfik diktatör” tipinin son örneğiydi. Ama biz, 1960’ın lideri Org. Cemal Gürsel’den, 1970’in lideri Memduh Tağmaç’tan ve nihayet 1980’in lideri Kenan Evren’den biliyoruz ki “müşfik” ve “dikta” kavramları yan yana gelemez. Diktatörlükler, özellikle askeri diktalar daima kan dökerler, can alırlar.
Ömer el Beşir, ülkesi için hayırlı işler yaptı ama artık darbe geleneğinin bitmesini sağlayacak çok partili demokrasi tesis etmek yerine, işbaşında bulunduğu 30 yıldaki işleri kendi başarısına bağlıyor ve “Bu işi en iyi ben biliyorum” kibrine saplanmış bulunuyordu. Nitekim sokağın sesini duymadı.
Ne yazık ki Sudan halkı talebini ve protestosunu belirtebilecek bir siyasal olgunluğa erişmiş olduğu halde, Sudan Silahlı Kuvvetleri geleneğinden şaşmadı ve bir darbeyle yönetime el koydu. Sudan halkı bu işi sevmedi ve bir eski generalin gidip, yerini bir başka eski generalin alması modeline karşı çıktı. İki aydan beri, ana
S-400 ve F-35 savunma konulu ticaret ve yatırım meselesinden trajediye dönüştü. Bunun başlıca sebebi de ABD’nin para kazanma hırsı.
Türkiye’nin PATRIOT değil de S-400 almasının sebebi, verilecek nerede ise 3 milyar doların karşılığında kullanılıp atılacak bir roket sistemi değil, ama bir roket sistemi imal edebilme teknolojisi ve becerisi elde etmekti. Ruslar bunu sağlamaya söz verdiler. Amerikan Raytheon şirketi ABD Savunma Bakanlığı’nın tedarikçi firması olarak buna yanaşmadı. Hala yanaşmıyor. O kadar ki, Ruslar S-400’lere girilecek bilgilerin tamamen Türkiye’nin kontrolünde kalmasını garanti ederken, Raytheon ve ABD savunma bakanlığı buna bile yanaşmıyor. Bir başka deyişle S-400’ün bilgisayarında olacak hiçbir şey Moskova’nın eline geçemezken PATRIOT’lara girdiğiniz her şey, ABD savunma bakanlığının bilgisayar ekranında görülecek. Teknoloji paylaşımı anlaşması olmadığı sürece bu, ABD istemezse herhangi bir PATRIOT füzesi, herhangi bir hedefe ateşlenemez anlamına geliyor.
Diyeceksiniz ki, “ABD müttefikimiz değil mi? Bizim düşman saydığımız tehdidi ABD de düşman sayacaktır!”
Ya evet, öyle! Eğer müttefiksek, ABD kendi vatandaşı bir din adamını, normal süreci işleyen bir mahkemeye
Rahmetli Fahir Armaoğlu hocamız hayatta olsaydı, Trump’ın “İran’a resmen son vereceğini” ifade ettiği Twitter mesajını görseydi, acaba ne derdi? Derslerinde ve yazılarında “Osmanlı’nın devlet olarak hukukunun sona ermediğini” söyleyen Armaoğlu gibi, öğrencisi Prof. Oral Sander de Almanya’nın Avusturya’yı ilhakını (Anschluss) anlatırken, Alman işgaline, devlet dairelerinin işlevlerinin Alman makamlarına devrine rağmen Avusturya’nın asla “bitmediğini” belirtirdi.
Trump’ın söylemi, insanın ancak “Tut kelin perçeminden!” diye karşılayacağı bir ciddiyette. Basra Körfezi’nde bir Suud gemisine İran’ın yaptığı sabotaj ve Bağdat’taki ABD elçiliğinin yakınına bir İran füzesi atıldığı açıklamaları kadar ciddi. Hatta ABD başkanı Bush’un ve İngiltere başbakanı Tony Blair’in 2002 ve 2003’te yemin billah Saddam’ın Irak’ta kitlesel imha silahları bulundurduğu iddiası kadar ciddi.
İş, Ortadoğu ile ilişkilerine geldiğinde ABD’nin uluslararası itibarına birden koyu bir “İsrail korumacılığı” gölgesi düşüyor. ABD bunu açık ve seçik yapsa ve mesela “Musevilerin yüzde 41’i ABD’de oturuyor. Bizim İsrail’i korumakta iç siyaset açısından yükümlülüğümüz vardır. Bu sebeple, Ortadoğu’da attığımız her adım bu