New York eski belediye başkanı Rudy Giuliani kadar iktidar hırsı olan bir İtalyan siyasetçi görülmemiştir dersek, abartmış olmayız. New Yorker dergisi, Trump’ın azil sürecinin başlatılmasına sebep olan Ukrayna kepazeliği açılmadan önceki bir yayınında Giuliani’yi tek kişilik yıkım ekibi diye nitelemişti. Politico dergisi de Giuliani’nin şimdi Trump’a yardım kisvesi altında Biden’ı mahvetmeye çalıştığını yazıyor.
Biden, Obama’nın beyaz Amerikalıların oyunu alabilmek için son kertede başkan yardımcısı adayı göstermeye razı olduğu bir siyasetçiydi. Kendine ait hiçbir davası ve ilkesi olmadı. Gafları, ailesinin bölünmüşlüğü ve skandalları ile Obama’ya ciddi bir yük getiremezdi. Biden Başkan yardımcısı olarak sekiz yıl öyle gariplikler yaptı ki bir noktada Obama, ona yöneltilen eleştirilere cevap vermekten bıktığını “Joe’ya dokunmayın. Bırakın Bidenlığını yapadursun!” diye ifade etmişti. Bu Biden şu anda Demokrat Parti’nin Trump’ın karşısına çıkacak adayı gibi görünüyor.
Biden’ın
İran meclis başkanı, Suudi Arabistan’ın görüşme çağrısını ciddiye aldı ve bu görüşmelerde birçok meselenin halledileceğini söyledi. İran’da kimse ruhani lider Ali Hamaney onaylamadan açıklama yapamaz; liderle görüşen, onu ikna ederek, konuşma izni alan belli ki Meclis Başkanı Ali Laricani’dir. Kendisini kutlamak gerekir.
ABD’nin İsrail’in güvenliğini sağlama siyasetinin bir ayağı Irak ve Suriye’de sözüm ona Kürt devleti kurdurmak ise, diğer ayağı, İran’ı yerle yeksan etmektir. Hatta “Kürt devleti” senaryosunun temel hedefi İran’a saldıracak kiralık ordu misali bir kiralık hükümete sahip olmaktır.
Ürdün Kralı Abdullah’ın 2005’te taktığı isimle Şii Hilali operasyonu ile İran, Yemen’den Lübnan’a, tüm Ortadoğu’da Müslüman halkı mezhepsel bölünmeye tabi tutmaya başladı. Amaç ne olursa olsun zaten şu veya bu siyasetten dolayı birbirine silah çeken, yok eden bu halkları, mezhep-meşrep davasıyla birbirine düşürecek bir tutum kimsenin hayrına
Hafta sonu İstanbul’da Suriye konulu iki “uluslararası” konferans yapıldı. Birincisi, muhalefet partisi CHP’nin toplantısıydı; konuşmacılar arasında birçok ülkeden insanlar vardı ama Suriye’de onurlu ve kalıcı bir barış ile birlikte, tarihsel hataların düzeltilmesini isteyen Arap ve Türkmenlerin görüşleri ifade imkânı bulamadı.
CHP konferansının açılışında muhalefette olmasına rağmen partisinin ülkenin dışişleriyle de yakından ilgili olduğunu göstermeyi amaçlayan uzun bir konuşma yapan CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Suriye konusuna yaklaşımlarını sadece bir ilke üzerine bina ettiklerini ortaya koydu; kendi kelimeleriyle, “Silahlı müdahaleler bakımından uluslararası meşruiyetin tek kaynağı hâlâ Birleşmiş Milletler Güvenli Konseyi’nin kararlarıdır” dedi. Sn. Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri konferansın ana teması olan “Suriye’de Barışa Açılan Kapı” fikrinin çok yanlış bir yere açıldığını gösteriyor.
Konferansta kendi görüşlerini ifade imkânı bulamayan ve Suriye
73 yaşındaki adam hakkında “tavşan” metaforunu kullanacak değiliz ama Nâzım ustanın söylediğinin tersine, Trump, korktuğu için kaçıyor.
Neden korkuyor? Erdoğan tarafından ikna edilmekten. Biliyor ki daha önce en az üç kere olduğu gibi, Başkan Erdoğan’ın dile getireceği aklıselim, sadece Suriye sorununda değil, İsrail’in güvenliği ve Filistin’in geleceğine ilişkin rasyonel ve fonksiyonel, işe yarar çözüm önerileri bölgesel birçok sorunun hallini sağlayacaktır. Akıllı bir iş adamı, bu önerileri duyduktan sonra, tekrar edelim, daha önce en az üç kez olduğu gibi, hatada ısrar etmeyecektir; adamlarını toplayıp “Suriye’den çıkacağız, orada ‘Kürt Devleti’ filan gibi safsataları artık duymak istemiyorum” diyecektir. ABD ve sözüm ona koalisyonu, pılısını pırtısını toplayıp evine dönecek ve birkaç ay içinde toprak bütünlüğü garanti edilmiş, egemenliği ihlal edilmeyen, komşularına saygılı (ve kendi milli birliğini oluşturan bütün etnik, dinsel ve mezhep
Afganistan’da sadece geçen Ağustos ayında her gün ortalama 74 kişi öldü. Bu BBC’nin hesaplaması. Brown Üniversitesi’nin Watson Araştırma Kurumu, 18 yıllık kaybı, 174 bin olarak veriyor.
ABD Taliban ile barış yapmanın mümkün olduğuna inandı ve görüşmeler yaptı. Oysa El Kaide’yi ve onun kurucusu Usame bin Ladin’i koruduğu iddiasıyla ABD, 2001’de başlattığı “Teröre Karşı Savaş” çerçevesinde daha ilk ayda 5 bine yakın sivili katletmişti. Bu saldırılar, ABD ve İngiltere’nin, Afganistan’daki Sovyet işgali ile mücadele etmek üzere Müslüman ülkelerden devşirdikleri işsiz-güçsüz gençlere 1979’da kurdurdukları Taliban’ı yıkamadı. Oysa ABD ve İngiltere, tarihe karışmış olan “cihat” ve “mücahit” kavramlarını diriltmek zorunda değildi. Afganistan’da Sovyet işgali ve ona yol açan hükumet darbesini yapan Afgan komünistlerinden çok daha güçlü ve köklü, modern bir ülke, demokratik bir sistem ve dünyaya entegre bir
Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in showman’liği bütün dünyanın bilgisi dâhilinde olan bir şey. Buzları kırıp, eski 5 derecede yüzmeler, judo ve dans gösterileri, at yarışları ve saire. Tabii bu arada yüzünü buruşturmadan votka içme yarışlarını unutmayalım.
Bunlar, asık suratlı, konuşmaktan aciz eski Sovyet liderlerinden sonra, Rusya’nın dünya kamuoyu nezdinde halkla ilişkiler, itibar ve sempatik görünme gibi açılardan puan kazanmasını sağladı.
Putin, biliyor olmalı ki, Suriye’deki Esad rejiminin kendi halkına karşı giriştiği zulme Rusya’nın sağladığı destek sürdükçe, Türkiye kamuoyu nezdinde, kendisinin ve ülkesinin “dost ve müttefik” imajı kazanması mümkün değildir. Resmi planda ise sözgelimi İdlib anlaşmasının Beşar Esad’a ait görünen ama Rus pilotların uçurduğuna dair kuvvetli kanaat bulunan uçakların saldırısının sürmesi gibi ciddi anlaşma ihlalleri sürdükçe, ne S-400’ler ne SU-57 Rusya’yı “güvenilir ortak” yapmaya
Bugün Ankara’da önemli bir zirve gerçekleşiyor. Astana süreci garantör ülke liderlerinin üçlü zirvelerinin beşincisine Başkan Erdoğan ev sahipliği yapacak ve İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile Rusya Devlet Başkanı Putin katılacaklar.
Geçen ay Kazakistan’da yapılan hazırlık toplantısında liderlerin ve dışişleri bakanlarının özel temsilcileri, bu kez görüşmelerin ana konusunu “Kalıcı Çözüm Bulma” olarak belirlediler.
Türkiye açısından kalıcı çözüm, üç buçuk milyon Suriyelinin ülkesine dönmesinin sağlanmasıdır. Türkiye, varıyla yoğuyla Suriyeli kardeşlerine kapılarını açtı ve altı yıldır, birkaç ırkçı-faşist yerel yönetim dışında, Suriyelilere mümkün olan en iyi ev sahipliğini yaptı. Ancak resmi olmayan rakamlarla 5 milyona yaklaşan “yabancı” kardeşiniz bile olsa, sıkıntı verir ve nitekim “Suriyeliler” sorunu, sonuçları seçimlere yansıyan bir sosyal bunalım halini aldı.
Suriye rejiminin mezhepsel hamisi İran ve siyasal müttefiki Rusya kabul
Kabul: Biz ABD’nin mütte- fikiyiz. İttifak halindeki ülkeler, sorunla karşılaşınca birbirlerine danışırlar. Yine kabul: İttifaklar içinde üyeler eşit olmakla birlikte bazı üyeler öteki üyelerden daha çok eşittirler!
Nitekim hâlâ ne idüğü tam bilinmeyen Arap Baharı Suriye’ye eriştiğinde, NATO’nun büyük üyesi ABD, diğer üyelere hiçbir şey danışmadı. Şöyle ki: Başkan Obama ile Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, önce Beşar Esad’ın ve rejimin değişmesini istediler; sonra “Esad gitsin ama BAAS kalsın” dediler. Şimdi ise Trump’ın ne dediğini bilen yok.
Baba Esad’ın ve şimdi oğlu Beşar’ın diktatörlükleri kendileriyle değil, bu Sovyet-artığı, sözde sosyalist, temelinde Arap milliyetçisi, Şii diktasının aracı BAAS ile kaimdi. Ülkenin dörtte biri ABD tarafından PKK/PYD’ye verilmiş, 17 milyon nüfusunun yarısına yakını ülke dışına kaçmış olduğu halde, bugün hâlâ BAAS, mahalle düzeyinde örgütlü, silahlı milise sahip bir partidir. İçinde 12