Trump’ın “Çin virüsü” diye isim taktığı koronayı nasıl başarıyla “Amerikan virüsü” haline getirdiğini hep birlikte izliyoruz. Örneğin Türkiye’de bilim kurulu oluşturulup, “Evde Kal” kampanyası açıldığı hafta, Trump yanında 200 kişiyi taşıyarak Florida’da golf oynamaya gitmişti.
Eyaletlerin seçimle işbaşına gelen başkanları (ki orada “Vali” adıyla anıldığı için bizdeki gibi valilikle karıştırılmaması gerekir) yerel bütçeleri çok aşan solunum cihazları, yoğun bakım birimlerinin genişletilmesi ve en önemlisi test kitlerinin satın alınması, yapılması ve dağıtılması gibi alanlarda destek için kendisinden yardım istediklerinde, Trump, “Federal hükümet vatandaşları kolundan tutup test yapamaz!” gibi komik ötesi karşılıklar veriyordu. Sonra işin ciddiyeti anlaşılınca, yani dünyaya sözüm ona liderlik yapan bir ülkenin yurttaşları sivrisinek gibi sokaklarda, hastane girişlerinde düşüp ölmeye başlayınca, Trump bu kez merkezi hükumete verilmemiş yetkileri kullanmaya kalktı.
Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Güleç köyünde terör örgütü PKK’nın, köy halkından orman işçisi beş kişiyi bombayla katledilmesi, kamuoyunda salgın sebebiyle hak ettiği infiali yaratmadı. Oysa olayın PKK’nın çözülüp çökmesiyle çok yakından ilgili bir boyutu vardı.
Alaattin Yıldız (50), Hacı Akdeniz (50), Sedat Hazar (39), Burhan Tanrıkulu (38) ve Ahmet Erboğa’nın katledildiği saldırı, PKK’nın sivil halkı daima hedef almakta olması açısından dikkat çekiciydi. Hacı Akdeniz ve Alaattin Yıldız’ın emekli güvenlik korucusu olmaları da saldırının önemli bir boyutunu oluşturuyor. Ancak bu kanlı saldırının dikkatten kaçmaması gereken bir tarafı, Hacı Akdeniz’in kızı Fatma’nın kısa bir süre önce PKK teröristlerinin elinden kaçarak güvenlik güçlerine sığınmış olması idi. 2012’te PKK tarafından kaçırılan genç kız, yedi yıl sonra örgütün elinden kurtulmayı başarmıştı.
Diyarbakır’da HDP’nin önünde PKK’nın
Ülkelerin sağlık sistemleri, ekonomileri, siyasal iradeleri sınavdan geçiyor. Bu nasıl bir virüs ise, sadece biz ölümlü beşeri evlerimize kapatmakla kalmadı, tıp dünyasını laboratuvarlarına, ekonomi uzmanlarını karatahtaların başına, siyaset bilimcileri bilgisayarlarına ve siyasal yöneticileri kurullarına, komisyonlarına çiviledi. Bu çalışmalarda cevap aranan soru şu: Herkesin tekrarladığı öngörüyü, dünyanın korona salgını sonrası aynı olmayacağı kehanetini kabul edersek, “Peki nasıl olacak?”
Türkiye bir yandan, 17 yıllık sağlık yatırımının verdiği rahatlık, bir yandan halkımızın evvel-eski itaatsizliğinin getirdiği sıkıntı arasında. Bu rahatlık, en yakın Avrupa ülkesinin elindekinin iki katı solunum cihazı stoku ve şu anda faal olan 10 şehir hastanesinin her biri yoğun bakım odasına çevrilebilecek 15 bin yatak kapasitesiyle (bu sayıya bu ay içinde 5 bin yeni yatak ekleniyor; bütün diğer hastanelerin yatak sayısı 250 bin), bütün Kovid-19 hastalarının her türlü ilaç ve tedavisinin ücretsiz olması, maskenin parayla satılmaması
Trump bu işin ciddiyetini sonunda anladı mı, yoksa hala Kasım’daki seçimler için yatırım peşinde mi? Putin, Covid19 hastalarının tedavi gördüğü koğuşa girerken, buzları delerek suya girdiği yortu kutlamasındaki gibi gösteri mi yapıyordu? İngiltere Başkanı Johnson, Covid19 hastalarıyla tek tek el sıkışırken, ne gibi bir siyasal hedef gözetiyordu?
Demeç vermeye gelince, bu sözünü ettiğimiz liderlerin hepsi, halkından “yurtsever bir davranış” beklediğini söylüyor. Trump için, virüse isimler takma hevesinden kurtulup sağlık sigortası bulunmayanların test ve tedavi masraflarının devlet tarafından karşılanacağını açıklamak tam 60 gün aldı. Bırakın dünyaya solunum cihazları imalatında önderlik yapmayı, bir cihaza iki hasta bağlamak zorunda kaldı Amerika.
Salgın sonrasında ülkesinin nerede olacağını düşünmek ve bugünkü tedbirlerini buna göre kademeli olarak düzenlemek bir siyasal tercihtir; ama salgınla mücadeleyi Kasım’daki seçimleri kazanıp-kazanamayacağı hesaplarına göre yürütmek aczin ifadesidir.
Salg
Salgın herkesi uluslararası karşılaştırmalar yapmaya zorluyor. Filanca ülke şu önlemi almış, filanca neden almamış? Bu karşılaştırmalar dönüp dolaşıp Türkiye’yi birileriyle mukayese etmeye varıyor. Tabii bu karşılaştırmaların odağında da “sokağa çıkma yasağı” kararı alınması, alınmaması bulunuyor.
Bu karşılaştırmalar yapılırken, bilim insanlarının, hemen her ülkede kurulan veya görev başına çağrılan uzman kurullarının tavsiyelerinin her ülke için aynı olduğu var sayılıyor. Dahası, bu kurulların “bilim adına” yaptıkları tavsiyelerin ortak evrensel bir zemine oturduğu düşünülüyor olsa gerek.
Antik Helen felsefecisi Eflatun (Plato, MÖ 428-348) ülkelerin felsefeci krallar tarafından yönetilmesini tavsiye etmişti. Ona göre ülkeleri bilim insanları yönetmeliydi. Bunun demokratik olmayacağını söyleyerek itiraz eden öğrencilerle de Sokrat’ın ağzından “Demokrasi gibi kötü bir sisteme benzememesi daha iyi!” diye alay etmişti.
Zaman değişti; temsili sistemler, sonuçta halkın kendi kendisini seçtiği
TV haber programının sunucusu, Rusya’dan üç günde bir gelmeye başlayan “Kovid-i9’a karşı yeni ilaç” haberlerinin sonuncusu üzerine Moskova’daki muhabire soruyor:
“-Peki test yok, insanlar üzerinde deneme yok. Bu açıklama neye dayanıyor?”
Bir TV sunucusundan beklenmeyecek bir tarafgirlik sayılabilecek bu soruyu haklı gösteren o kadar çok gelişme oldu ki! Hala nüfusuyla ve Çin’le sınırlarının uzunluğu ile orantılı olmayan hasta ve ölüm sayılarının zihinlerde yarattığı kuşku bir tarafa, ilk “ilaç” haberi 4 Şubat’ta Rus TASS haber ajansından gelmiş ve Çin’in Kovid-19 salgını ile bir Rus ilacı ile mücadele ettiği öne sürülmüştü. Habere göre Çin, Rusların yeni geliştirdiği bir virüs ilacını başarı ile deniyordu.
Sonra Rusya’daki sağlık yetkililerinin bir ilacı hafif geçen Korona hastalığına karşı tavsiye ettikleri haber verilmişti. Geçen hafta Moskova Belediyesi Sağlık Müdürlüğü “uzmanların hastalara evde kullanabilecekleri yeni bir
Sistemler, hele sağlık sistemi, tele-iletişim sistemi, hava ulaşım sistemi gibi birçok öğeden, birimden oluşan sistemler birden çökmezler. Hele yıllardan beri çalışmakta olan ve en bütüncül ana sistem sayılması gereken siyasal sisteme, bir tarafıyla iltisaklı olan sistemler, tek başlarına çökemezler. Kendi içlerinden birçok birimin, bileşenin, bileşkenin çökmesi gerekir.
Bir sistemi oluşturan öğeler birleştikleri zaman ortaya çıkan, güç veya direnç gücü, o öğelerin her birinin toplamından fazla oluyor. Çünkü bütün, parçalarından farklı bir şey. Gestalt psikolojisi, bize parçaların bir araya gelerek oluşturdukları bütünün, ortaya çıkan dinamik ilişkiler sayesinde parçaların toplamından farklı bir nitelik kazandığını öğretiyor.
Söz gelimi iki doktor bir klinik kursa, elde edecekleri verim, iki de hastabakıcı eklediklerinde dört doktorun çalıştığı bir kliniğe yakın oluyor. Bunun sonucu sistemin kolay çökmemesi oluyor. Örneğimizdeki doktorlardan biri
ABD Başkanı Trump, bütün narsistler gibi, kendinden büyük bir şey olamayacağı yaklaşımıyla, yaklaşan salgının büyüklüğünü kestiremedi ve hem bilim dünyasına ilaç ve aşı hem de topluma korunma önlemi konusunda gereken önderliği yapamadı. Bir zamanların efsanevi “Sovyet tıbbı” mirasının üzerine oturan Vladimir Putin ise nasıl yapıp da kendisini bir kere daha başkan seçtirmenin derdinde olduğu için, ülkeyi hemen hemen bütün bilim ve sanat kurumları ile çöküşün eşiğine getirdiğini bir kere daha kanıtladı. (Çocuk felci aşında Dr. Albert Sabin’in adı varsa da Sabin bu buluşu Sovyetler’in Çocuk Felci Enstitüsü’nde Mikhail Chumakov ile yaptığı işbirliğine borçludur. Veremi yeryüzünden silenler de Rus bilimcilerdi.)
Çin, aylarca (belki de yıllarca) yeni Korona virüsü keşfinin üzerine yattıkları halde, hala bu bilgiyi aşıya çevirebilmiş değil. Onların bu sessizliğini bozan ve kendisi de bu hastalıktan ölen 33 yaşındaki göz doktoru Li Wenliang’in sosyal