Gıda geçmişten günümüze ülkelerin en hassas konusu. Bu hafta forumların ve sosyal medyanın en gözde konusu tohumu ele aldık
Forumların, blogların, sosyal medyanın en gözde konusudur tohum. Komplo teorilerinin ve hamasetin de en belirgin öznesidir. İsrail’in kısır domates tohumlarıyla zehirlenip kanser olduğumuzdan tutun, genetiği değiştirilmiş buğdayla beslendiğimize değin birçok şehir efsanesi yazılır, çizilir. En çok dile getirilen iddialardan biri de tohumda tamamen dışa bağımlı olduğumuz savıdır. Oysa ki, Türkiye Tohumcular Birliği’nin(TÜRKTOB) raporuna göre, tohumculuk sektörünün ihracat oranı ithalatını aşmıştır. Yani Türkiye, tohum ve fideden şu an için para kazanıyor durumda.
Gıdayı yönetmenin önemi
Tabii meseleye salt alıp-sattığımız tohum üzerinden bakmak yanıltıcı olabilir. Zira gıda, geçmişten günümüze ülkelerin en hassas konusu. Henry Kissenger’ın da vurguladığı üzere gıdayı yönetmek aslında insanlığı yönetmek demek. O açıdan devletler için esas kavram, yeterlilik olmalı. Türkiye’nin kendi kendine yetebildiği gıda ürünleri olduğu gibi dışa bağımlı olduklarımız da var. Mesela TÜRKTOB’un verilerine göre; buğday, arpa, yulaf, çeltik ve çavdarda dışa bağımlı değiliz. Baklagillerde de yeterlilik oranımız yüzde 100’e yakın. Ancak mısırda yeterliliğimiz yüzde 6. Ayçiçeğinde yüzde 8.3. Pamukta yüzde 24. Patates ve şeker pancarında ise milli tohumumuz neredeyse yok. Patlıcan, hıyar, havuç, domates gibi sebze grubunda da yeterlilik oranımız yüzde 60’a yakın. Bugün, bir ambargoya maruz kalsak karnabahar, brüksel lahanası, brokoli üretemeyiz ama domates veya kabaktan da mahrum kalmayız.
Aslında bazı çeşitlerde dışa bağımlı olmamızın nedeni, tohumun üretim teknolojisiyle alakalı. Bugün küresel gıda üretiminde kullanılan tohumların çok büyük bölümü; hibrit. Yani laboratuvar ortamında melezlenen tohumlarla karşı karşıyayız. Haliyle laboratuvarın sahibi küresel gıda pazarının hakimi oluyor. Melezlemeyi yapan, tohumun ana ve baba hattının ıslah hakkını da elinde bulunduruyor. Bu ana-baba hattını kullanmek isteyen, mecburen bu firmaların kapısını çalmak zorunda. Tabii her defasında bir bedel karşılığında. Yani, kendi topraklarımızda ürettiğimiz tohum bile tam anlamıyla bizim olmayabiliyor.
Darısı havucun başına
İthal anaç kullanma zorunluluğu, Türkiye’nin anaçlara her yıl milyonlarca dolar ödemesine neden oluyor. Hibrit tohumun, en fazla 2-3 yıl kullanılabilmesi nedeniyle de bu ticaret hiç bitmiyor. Bundan kurtulmanın tek yolu, hastalık ve zararlılara dayanıklı, verimli milli çeşitler geliştirmek. Bunun ilk şartı da tohumun ana-baba hattının size ait olması. Mesela patlıcanda bugüne kadar tek bir yerli anacımız yoktu. Ta ki, Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nin Araştırma Görevlisi Şeyma Sarıbaş’ın doktora tezine kadar. Sarıbaş, tez danışmanı Prof. Dr. Ahmet Balkaya ile birlikte Türkiye’nin ilk yerli patlıcan anacını geliştirdi. Melezleme ülkemizin farklı lokasyonlarından toplanmış olan yerel patlıcan genotipleriyle yapıldı. Ahmet hocanın Afrika’dan getirdiği baba hattıyla yapılan melezlemeler başarılı sonuç verdi ve çeşidin ticari üretimine başlandı. Artık patlıcanda da, yakın gelecekte tam bağımsız olabiliriz. Darısı havucun, patatesin, şeker pancarının başına.. Tohumdaki, yerel, yerli-milli ve GDO’lu ayrımını ve İsrail efsanelerini de haftaya bırakalım.