Beyşehir Gölü ve havzasında nesli tehlike altında olan 14 canlı türü var. Tehlikeye dikkat çeken Doğa Derneği’nin talebi bu türlerin son yaşam alanı olan su kaynaklarının etkili bir şekilde korunması
"Beyşehir’de panda mı olur?” demeyin! Yok tabii ki. Ama aynı panda gibi nesli tehlike altında olan 15 canlı türü var Beyşehir Gölü ve havzasında. Pardon 14. Çünkü; o türlerden Göğce Balığı (Alburnus Akili) için artık çok geç. Uzmanlara göre, nesli tamamen tükendi. Bilim insanları, göldeki diğer 12 türün akıbetinin de yakın zamanda “Göğce Balığı”na benzemesinden endişe ediyor. Peki bu yok oluş neden?
Tahmin ettiğiniz gibi; bizim yüzümüzden. Özellikle de ‘80’li yıllarda av için göle aşılanan etçil balık türlerinden. Başta “Sudak Balığı” olmak üzere etçil türler, bu 15 otçul türü yemeye başlayınca “gölün pandaları”nın popülasyonu hızla azalmaya başlamış. E tabii insanoğlu bununla yetinir mi? Üstüne bir de tarım için gölden su çekmiş, balık avlamak için elektroşok kullanmış ve atıklarını bırakarak gölü kirletmiş.
Sit havzasından su çekiliyor
Gelinen noktada Beyşehir Sirazı, Kızılkanat, Yağ Balığı, Kaya Balığı, Taş Isıran, Ot Balığı, Cüce Siraz’ın da arasında olduğu 14 endemik tür, gölü besleyen dereler ve su pınarlarına hapsolmuş. Tehlikeye dikkat çeken Doğa Derneği’nin talebi, bu türlerin son yaşam alanı olan su kaynaklarının etkili bir şekilde korunması. Aksi takdirde tıpki Göğce Balığı gibi bu türleri de kaybedeceğiz. Kırmızı listedeki balıklar için önemli bir yaşam alanı olan 3 bin yıllık Eflatunpınar Hitit Anıtı havuzundan bile su çekiliyor olması koruma önlemlerinin yeterince alınmadığının göstergesi. Sit alanı ilan edilen bölgede otların biçilmesi ve evsel atık kalıntıları çevrecileri kaygılandırıyor. Beyşehir Sirazı ve Hitit Yağ Balığı türü için önemli bir yaşam alanı olan Derebucak Çayı’ndaki moloz yığınları ve çöp atıkları için acilen önlem alınması gerekiyor.
Ekolojiye dair yazı yazmanın en iyi yanı, yeni hayat hikayelerine dikkat kesilmek ve sürdürülebilir yaşama katkı sağlayan portrelerle tanışmak. Anadolu coğrafyasına minnet borcu için yola çıkarak BTA İcra Kurulu Üyesi İbrahim Demir de onlardan biri. “En büyük kültür mirasımız Anadolu’ya has tatlar” mottosuyla yola çıkıp havalimanları ve iskelelere büyük bir Anadolu sofrası kurmuş Demir. Zaten yeme-içme sektöründe dev bir firmanın tepe yöneticisi. Bu işe bir ödev olarak bakıyor. Ekip kurmuş. Anadolu’yu geziyor, yörelerinde saklı kalan lezzetleri buluyorlar. Öğrendikleri yemekleri de sofraya taşıyorlar.
Restoranların, turist ve şehirlilere; “erikli yavan sarma”yı, “muradiye çorbası”nı, “kelledoş”u, “belikırık”ı, “huruştu”yu tattırmasının yanı sıra yerel ekonomiye sağladığı katkı çok önemli. Özellikle de yerelde kadın istihdamına... Anadolu coğrafyasının yemekleriyle birlikte o bölgeye has ürünleri de satışa sunmaları, küçük üretici için pazar bulma derdini ortadan kaldırmış. Hatta satış iyi olunca, işini büyüten; çembere başka kadınları da katan girişimler olmuş.
İşi büyüten kadın girişimcilerden
Bolulu kadınların bir araya gelerek kurduğu “Anabolu” mesela... Kızılcık tarhanası, kozalak reçeli ve keş peyniri gibi endemik ürünlerini burada satışa sunuyor. Yine Amasyalı kadın üreticilerin bir araya gelerek kurduğu Amesia Arı Kadınlar Kooperatifi’nin peynir, marmelat, ekmek ve kaypakları da bu sofradan tüketiciye ulaşıyor. İbrahim Demir’in anlatımına göre, Mudanya Kumyaka köyünden doğan “Şekerhanım” da, talebin artmasıyla işi büyüten kadın girişimcilerden. İlk zamanlar Şekerhanım’da üç kişi çalışırken şimdi çoğu kadın 12 kişi istihdam ediliyormuş işletmede. Organik, şeker katkısız reçele yönelik talep, bu sonucu doğurmuş.
Demir, tüm bu işler esnasında en keyif aldığı zamanların Anadolu’ya gittiğinde kadınların kendisine dua ettiği anlar olduğunu söylüyor. Büyük bir alanda “Anadolu Mahallesi” kurmak gibi hedefinin olduğunu anlatan Demir, “Ben de yeme-içme sektörünün içindeyim. Görüyorum ki, dünyada bir aynılaşma var. Her yerde hamburger, pizza, makarna, döner.. Almanya’da bile 7 bin dönerci varmış. Artık özgün şeylere ihtiyaç var ve bu hazine aslında Anadolu’da. O yüzden de ben, karşılaştığım herkese ‘Gel meşhur bir yemeğin, tadın varsa burada yap. Karşılığında hiçbir şey almayacağım’ diyorum. Bazılarını da yörelerinden çıkmaya ikna edemiyorum. Hamsiköy sütlacını, Mersin’deki bir dondurmacıyı buraya getiremedim mesela” diyor.