Dün, bazı DSP milletvekilleri "Sayın Ecevit, gerekirse tekerlekli sandalyeyle gelir... Gene hükümeti yönetir, Parlamento görüşmelerine katılır. II.Dünya Savaşı'nda Roosewelt, ABD'yi ve savaşı tekerlekli sandalyesinden yönetmedi mi?" diyorlardı.
Bu söylemin gerekçesi, satırlarımızla çizmek istemediğimiz ama televizyon ekranlarından Türkiye insanının izlediği "Ecevit görüntüleri"nden kaynaklanıyor.
TÜSİAD'ın dünkü toplantısı da "Ecevit'le mi?.. Ecevit'siz mi?" sorununu yansıttı.
Gerçekten... "Ecevit'le de Ecevit'siz de olmuyor" gibi bir sıkıntı var.
İşadamlarından işçi kuruluşlarına, - bilinen deyimiyle - zinde kuvvetlere, bakanlara, Hükümet ortağı partilere kadar bu sorun, "fısıltı korosu" halinde bir süredir seslendirilmekte.
Gazete sütunlarına, televizyon ekranlarına yansımakta.
İnsani nedenlerle ve her zaman nazik olan Ecevit'i kırmamak için kelime tasarrufu yapılsa da kapalı devre söyleşilerin ortaya koyduğu teşhis aynı: "Ecevit'le olmuyor..."
Sağlık ve yaş sorunları, Türkiye'nin ve dünyanın şu en yoğun ve derin krizinde gereken yoğun çalışmalara engel...
Buna karşılık... "Dereyi geçerken at değiştirilir mi?" diye sorulabilir.
Türkiye siyasetine damgasını vurmuş, deneyimli bir siyasetçi şöyle diyor:
"At yok ki!.. Şu anda Türkiye yönetilmiyor ki... Türkiye'nin dereyi geçecek bir atı olmalı."
TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan da dün şöyle diyordu:
"Ülkenin dinamik güçlerine yön veren, hedef gösteren bir hükümete ihtiyaç var. Nasıl bir vizyon doğrultusunda hareket ediyoruz, bilen var mı? Bizi sıkıntıdan çekip çıkaracak bir lidere sahip miyiz?"
Ecevit, 12 Mart 1971 askeri müdahalesinden sonra gözünü kırpmadan CHP Genel Sekreterliği'nden istifa etmişti. 1975'te, o zamanki hükümet ortağı Milli Selamet Partisi'yle bu işi yürütemeyeceğini görmüş, hükümeti bırakmıştı. 1979'da, 5 milletvekilliği için ara seçimi kaybedince Başbakanlık'tan istifa etti. 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra CHP Genel Başkanlığı'nı bıraktı. 1987 seçimlerinde, DSP barajı aşıp Meclis'e milletvekili sokamayınca daha o gece "DSP Genel Başkanlığı'ndan da ayrılacağını" televizyonda açıklamıştı.
Yani... Ecevit'in siyaset doğasında "koltuk sevdası" yoktur.
Peki bu kez neden direniyor?
Kendisine yakın çevrelerden aldığım izlenimlere göre, nedenlerden biri "dışarıdan dayatmayla tavır benimsemem" ilkesi... Ecevit, bu söylemi sık sık kullanır.
İkinci neden... Gerçek budur ya da değildir, o ayrı konu... Ama Ecevit, "dış politikada çok iyi performansa sahip olduğu" inancındadır.
Türkiye çok zor bir dış politika sınavından geçmekteyken, kendini "Başbakanlık görevini sürdürmekte sorumlu ve zorunlu" hissediyor olabilir.
Ayrıca... "Gene böyle bir dönemde kendisi ayrılırsa, diğer ortaklarla birlikte hükümetin devam etmeyeceği ve Başbakanlık'ın ötesinde hükümet krizi de yaşanacağı" gibi kaygıları olabilir.
Bütün bunlar nedeniyle "kaçınılmaz bir zorunluk" olmadıkça Ecevit'in ayrılacağını sanmıyoruz.
Ama... Ekonomi çok zorda. Otomotiv, inşaat, tekstil çöküyor. Tabii onlara bağlı yan sanayi de... Bu ay ihracat, geçen yılın gerisine düştü.
Türkiye, savaşın mücavir alanında olduğu için turizm de kan kaybediyor.
Tarım kesimi burnundan soluyor. İşsiz selleri oluştu.
Savaş koşullarında herşey daha da kötüye giderken, Türkiye, en sorumlu noktasında çeyrek vardiya çalışmakla yönetilebilir mi?
Üstelik... Herkes "ya sağlık durumu daha da kaygı verici hale gelirse" kuşkularını yaşıyor.
Aklın yolu... Bir başka soruyu da gündeme getiriyor.
Sürekli "Başbakan'ın sağlık sorunları ve yetersizliğini" tartışırsak, bu kez Türkiye'de zaten zayıf olan güveni büsbütün yitirmiş ve kendimizi çelmelemiş olmaz mıyız?
Özay Şendir
New York Times’tan Erdoğan’a baskı çağrısı
28 Nisan 2025
Tunca Bengin
Varlığı da tehdit yokluğu da...
28 Nisan 2025
Cem Kılıç
‘Belirli süreli’ sözleşmeler hakkında her şey
28 Nisan 2025
Abdullah Karakuş
Depremin etkilerini nasıl azaltabiliriz?
28 Nisan 2025
Hakkı Öcal
Faşizm imkânsız diyorsanız, etrafınıza bakın ey ABD’liler
28 Nisan 2025