ABD ve İsrail, nükleer silah geliştirme potansiyeli endişesiyle İran’a tehditler savururken, hatta hafiften yoklarken, Tahran nükleer programın yalnızca sivil amaçlar için sürdüğünü, silah geliştirmediğini iddia ediyor. Ancak küresel nükleer gözlemci Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) dahil birçok ülke ve kurum buna ikna olmuş değil. Bu da, İran dahil neredeyse tüm ülkelerin imzaladığı Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’na (NPT) aykırı bir durum... Ama diğer yanda da dünyada nükleer silah geliştirmiş olarak kabul edilmesine rağmen açıklamayan ve Nükleer Silahsızlanma Antlaşması’nı imzalamamış olan İsrail var.. İsrail resmi olarak nükleer belirsizlik diye tanımlanan bir siyaset izliyor. Dolayısıyla ABD ile nükleer görüşmeleri süren İran’ın, İsrail de uluslararası denetime açılmalı şartına karşı “ben anlaşmaya taraf olmadığıma göre beni alakadar eden bir durum değil” havasında Netanyahu... Böyle bakıldığında da yanıtı son derece anlamlı soru şu:
İran’da nükleer silah varsa ve İsrail’in güvenliği için tehdit ise, Gazze’de çoluk çocuk onbinlerce masumu katleden, soykırım suçlamasıyla yargılanan katil Netanyahu’nun elindeki nükleer silahlar doğrudan küresel güvenliği tehdit eden bir durum değil mi?... Hele de söz konusu olan ben istediğimi yaparım, hak hukuk falan takmam diyerek, pervasızca saldırgan, yayılmacı tavrını sürdüren hastalıklı, şuursuz bir kafa ise...
***
Bunlar varsa, doğruysa İran’ın nükleer silahlanmasını onaylama,olumlama anlamında değil kesinlikle... Nükleer savaş riskinin sıkça telaffuz edildiği dünyamızda artan nükleer silah varlığı ve olmaması,azaltılması gerektiği bilinen gerçeklik. Ama bir başka realite de son yıllarda artan nükleer silahlanma sevdası ne yazık ki. Zira o anlamda da kafa karıştıran çok kötü bir örnek var. Nedir o?Ukrayna’nın başına gelenler tabiki... Malum; Aralık 1991’de Sovyetler Birliği dağıldığında dünyada en büyük üçüncü nükleer güce sahip ülke Çin, Fransa ya da İngiltere değil Ukrayna idi. Elinde 5 bine yakın nükleer başlıklı silah vardı. Depolarında termonükleer savaş başlığı taşıyan uzun menzilli füzeler bulunuyordu. Bu nükleer gücü de sadece Rusya ve ABD geçebiliyordu...
Aralık 1994’e gelindiğinde de ABD, İngiltere ve Rusya’nın altına imza koyduğu Budapeşte Protokolü ile hiçbir ülkenin Ukrayna’ya karşı güç veya tehdit kullanmayacağı ve ülkenin egemenliğine, mevcut sınırlarına saygı duyacağı garantisiyle Kiev yönetimi nükleer silahlardan vazgeçti. Anlaşmada ayrıca, herhangi bir saldırı durumunda Ukrayna’ya yardım için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin derhal harekete geçeceği sözü de vardı. Ukrayna da bunlara güvenerek elinde ne var ne yok teslim etti. Hem de olası herhangi bir saldırganı caydırmak için uzun menzilli savaş başlıklarının “en azından bir kısmının” elde tutulması gerektiğini savunan muhalif çıkışlara rağmen. Sonrasındaki gelişmeler ise ortada. Egemenlik ve sınırlarına saygı garantisi veren ülkelerden Rusya 2014’te Kırım’ı ilhak etti, sonra da Ukrayna’yı toptan yutmaya çalıştı. Yıllardır süregelen savaşta daha başka topraklarını ve onbinlerce insanını kaybetti, hala da barış sağlanabilmiş değil... Doğal olarak en fazla sorgulanan nokta açık:
Ukrayna elindeki nükleer silahları teslim etmeseydi Putin buna cesaret edebilir miydi?..
***
Hal böyle olunca da Ukrayna’nın başına gelenler neden benim başıma da gelmesin ya da gelirse diye düşünen bir çok ülke var... Zira herkes gördü ki; uluslararası hukuk ya da ülkelerarası garantörlük antlaşmaları falan hikâye... Güçlü olan zorbalıkla istediğini yapıyor. Onun içinde bir taraf düğmeye basarsa bende basarım mantığıyla caydırıcılık ve kendisini koruma adına nükleer silah edinme niyeti, sevdası hepten tetiklenmiş durumda maalesef... Artık nükleer silahın varlığı kadar yokluğu da tehdit yani...
Özay Şendir
New York Times’tan Erdoğan’a baskı çağrısı
28 Nisan 2025
Cem Kılıç
‘Belirli süreli’ sözleşmeler hakkında her şey
28 Nisan 2025
Abdullah Karakuş
Depremin etkilerini nasıl azaltabiliriz?
28 Nisan 2025
Hakkı Öcal
Faşizm imkânsız diyorsanız, etrafınıza bakın ey ABD’liler
28 Nisan 2025
Dr. Demet Erciyes
Hipertansiyonun damarlar üzerindeki etkileri
28 Nisan 2025