Abdülhamid II adlı deniz dibi petrol ve doğal gaz arama gemimiz Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı telaşlandırdı.
İki ülkenin hükümetleri tarafından Abdülhamid II’nin arama yapacağı alanlar için ortak politika saptandı:
“Müdahale edemeyiz ama izleyeceğiz ve uluslararası hukuk girişimlerde bulunacağız!..”
Anlaşılan Abdülhamid II’yi bu bağlamda da epey anacağız.
KAPLANIN SIRTINDA
Son haftalarda Selanik’teki sürgün yılları üzerinden Abdülhamid’in yaşamını anlatan “KAPLANIN SIRTINDA- İstibdat ve Hürriyet” adlı romanı okudum.
Zülfü Livaneli’nin akıcı üslubuyla her sayfasında bir nabız atışı hissettiren kitap ciddi araştırmaya dayalı.
Selanik’teki sürgün yıllarındaki doktorunun tuttuğu günlüklerden yararlanmış.
Akıyor, keyifle okunuyor.
………………….
Livaneli bu romanıyla beni II. Abdülhamid için yazılmış başka kitapları da okumaya yöneltti.
Örneğin…
Orhan Koloğlu’nun “ABDÜLHAMİD GERÇEĞİ” adlı kitap…
Murat Bardakçı’nın referansı olan bu çalışma gerçekten değerli.
Osmanlı İmparatorluğu II. Abdülhamid’in idaresi süresince Tunus, Girit, Mısır, Kıbrıs, Sırbistan, Karadağ, Romanya, Bulgaristan, Bosna Hersek, Niş, Teselya, Kars, Batum, Ardahan’ı kaybetmişti. Kıbrıs’ı da İngilizlere kiralamıştı. Ancak… Hasım ülkeleri birbirine karşı kullanarak gerçekten başarılı denebilecek diplomasiyle imparatorluğu küçülerek de olsa bir arada tutabildi.
SINIRLI YILLAR
Bir de yabancı gözle II. Abdülhamid anlatımı okudum.
François Georgeon’un kitap kapağına koyduğu şu satırlar dikkat çekici.
“Osmanlı İmparatorluğu’nu büyük bir modern devlet ve büyük bir İslam gücü haline getirme düşünde başarısızlığa uğrayacaktı.
Kabul etmek gerekir ki önüne koyduğu bu hedef tek bir insanın sınırlarını çok aşıyordu.”
…………………
Bu kitaplardan ve başka kaynaklardan da edindiğim izlenim o ki II. Abdülhamid “kafasında Osmanlı İmparatorluğu’nu modern bir Avrupa Devleti haline getirmek rotasını çizmiş.
Hiç değilse ilk yıllarında…
………………….
Amcası Sultan Abdülaziz’le birlikte henüz prenslik yıllarında gördüğü “Avrupa’nın ve özellikle İngiltere’nin meşruti düzenini” sevmişti.
Anayasa, çift meclis, hukuk devleti…
Kurumlar…
Ama “bunların tek başına yeterli olmayacağı” düşüncesiydi.
“Bütün bu yapılanma ancak halkın eğitimi ve bilincinin gelişmesi temelinde başarı şansı bulabilirdi” kanısındaydı.
O nedenle en fazla okulun, üniversitenin II. Abdülhamid döneminde açıldığı söylenebilir.
Ne var ki 33 yıllık iktidar süresi 100 yıllar gerektiren eğitim, demokrasi bilinci için çok kısadır.
Bir Hintlinin İngiliz dostuna sorusunu yansıtayım:
“Benim ülkemde senin ülkendekinden çok daha fazla üniversite mezunu var. Ama İngiltere çok daha ileride… Neden?”
İngiliz’in cevabı şöyle olur:
“Sizdeki üniversite mezunları sadece
bir iki nesil.”
…………………
Abdülhamid belki gerçek inancı olduğu için belki de bir bahane gibi kullanarak “Halk hazır değil” hükmünü esas almış, iktidarı kendinde toplamıştır.
Abdülhamid en sevdiği atı olan Ferhan’ı bir süre sonra Selanik’te sürgün hayatı yaşadığı villaya da getirtmişti. Abdülhamid iyi at biner, gençlik yıllarında Boğaz’da yüzer, yaz kış soğuk suda yıkanırdı.
MÜHÜRLÜ ŞİŞELER
Her karakter tahlili dönemin koşulları içerisinde değerlendirilmeli.
Amcası Sultan Abdülaziz bilekleri kesilerek ve intihar süsü verilerek katledilmişti.
Rus Çarı Aleksandr’ı kurşunlamışlardı.
Kendisinden önceki abisi Sultan Murat birkaç ay içinde tahttan indirilmişti.
Elbette Sultan Abdülhamid II böyle sonlara karşı mengene gibi sıkı bir yönetim kurmuştu.
Yıldız Sarayı adeta “emperyal hapishane”ydi.
Cuma selamlıkları dışında saraydan çıkmazdı.
Livaneli’nin anlattığına göre kahvesini iki ayrı fincanla getirtirdi, suyunu mühürlenmiş şişelerden içerdi.
Saray dışında koskoca imparatorlukta nefes alışları bile dinleyen muhbirlerle bir ağ kurmuştu.
……………………
“Kendini tedavi ettiğini” de bu kitaptan öğreniyoruz.
Ağrılı yerlerini kızgın demirle dağlarmış.
Selanik’teki sürgün yılları doktoru II. Abdülhamid’in vücudundaki kızgın demirle dağlanmış izleri dehşetle gördüğünü hatıralarında yazıyor.
Yani…
Saray doktoruna bile güveni yok.
II. Abdülhamid’in aslında tahta gelme şansı yok gibiydi, o da kendine ait topraklarda çiftçilik yapıyor, borsada oynuyor, iyi para kazanıyordu. Tahta çıktığında 60 bin altın lirası vardı. Cülus bahşişini bu kendi servetinden dağıttı.
ÇANTADAKİ SERVET
Mühürlü su şişeleri özel çanta içinde dururmuş.
Selanik’te sürgüne gönderilirken kızı o çantanın içine altınlar, yakutlar, her biri cihan hazinesi mücevherleri koymuş, son anda babasına “Su çantanız efendim, unutmayın diyerek” vermiş.
Bu küçük bir servet.
Aslında…
Yanında götürmek için hazırlanan ve içinde büyük servetin bulunduğu çantayı tam arabaya bindirilirken adamlarından biri sözüm ona hizmet amacıyla elinden almış ve sonra da kayıplara karışmıştı.
……………….
Abdülhamid izlenimlerimi bu yazıya sığdırmak olanaksız.
Yıllık iznimin bir bölümünü kullanmak üzere tatile çıkıyorum.
Dönüşte birkaç günü bu konuya ayırmak isterim.