Tatil denince hayalinizi süsle-yen şey, bir sürü suratsız, insafsız ve berduş zombiyle gemi yolculuğuna çıkmak değildir! Tabii siz de dünyada milyonlarca izleyiciyi ekran başına kilitleyen ‘The Walking Dead’ dizisinin hayranlarından biri değilseniz…
2010’dan beri yayınlanan ve izlenme rekorları kıran ‘The Walking Dead’, fantastik korku seven izleyicinin zombilere ilgisini kelimenin tam anlamıyla yeniden ‘diriltti’. Hatta eski moda zombiler de diziden sonra yeni isimlere kavuştular: ‘Yürüyenler’, ‘Boş Gezenler’, ‘Aylaklar’, ‘Sürü’…
Ortada popüler bir şey varsa onun her çeşit pazarlamasını ya-pan Amerikalılar da boş durur mu? ‘The Walking Dead’ hayranlarını buluşturacak bir cruise gemisi yolculuğu düzenlemişler!
Zombi temalı eğlenceler
Organizasyonu, özellikle gemiler- de düzenledikleri müzik festivalleriyle tanınan Sixthman üstleniyor. 15 - 18 Ocak 2016 tarihleri arasında Miami’den Bahamalar’a gidecek Norwegian Pearl cruise gemisinin yolcularıysa bu kez korkuseverler, hatta zombiseverler olacak… Zira seyahatin konsepti ismiyle müsemma: ‘Walker Stalker Cruise’ yani zombiler!
Gezinin özel yanlarından biri de hayranları, di- zinin yıldızlarıyla buluşturacak olması! Norman Reedus
‘Gülhan’ın Galaksi Rehberi’nin çekimleri için Tanzanya’nın gözalıcı adası Zanzibar’da bir ‘kelebek merkezi’ne gitmiştik… Kelebek merkezleri etrafı ağlarla çevrili, içinde bitkilerin olduğu ve farklı türlerde yüzlerce kelebeğin uçuştuğu alanlar. Buraları hem turistlerin kelebekleri yakından inceleyebilecekleri yerler, hem de nadir türlerin korunduğu ve çoğaltıldığı kuruluşlar.
Çekim yerine gelince, yedi senedir beraber çalıştığım kameraman arkadaşımın betinin benzinin attığını, terler dökmeye başladığını görüp sıcaktan bunaldığını, bayılmak üzere olduğunu sanmıştım. Ve bir anda o itiraf geldi: “Gülhan ben kelebeklerden çok korkuyorum!” Tabii o ana kadar insanlarda böyle bir fobinin olduğunu bilmeyen ben, bu cümleyi duyunca gülmekten kırıldım, işi espriye, eğlenceye vurdum. İşe de yaradı gerçi, kameramanım korkarak da olsa kendi haline gülüp sağ salim bitirdi çekimi...
Şaşırtan sonuçlar
Meraklı bir kişilik olarak araştırıp meğer ‘kelebek korkusu’nun bilimsel bir adının olduğunu öğrenince (Lepidopterophobia) çok şaşırdım. Narin mi narin, rengarenk ve zararsız bu canlılardan bir insan nasıl ve neden korksun ki? Ama fobi de çoğunlukla ‘nedensiz’ bir dürtü olduğu için “Vay be!” dedim
Yazılışı da güzel, okunuşu da, anlamı da! ‘Ljubljana’ diye yazılıyor ‘Lyublyana’ diye okunuyor… İsminin nereden geldiğine dair efsaneler çok ancak içinde Slav dillerindeki ‘aşk’ kelimesinin yani ‘lyubov’un geçtiği kesin.
Hatta ülkenin isminde de İngilizce ‘aşk’ (love) kelimesi geçtiği ve katmerli bir romantizm çağrışımı yaptığı için Slovenya’nın şirin başkenti en çok gençlerin uğrak noktası. Ljubljana sokaklarında sık karşılacağınız manzaralarda da gençlerin izleri var zaten.
Hayallerin ötesinde Bled Gölü...
Slovenya’ya gelmek için tek başına bile sebep olabilecek yerlerden biri de Bled Gölü… Uzuuun süredir hayallerimi süslüyordu ve hayallerimin bile ötesinde çıktı! Ljubljana’dan otobüsle 1 saat 15 dakika uzaklıkta.
Julian Alpleri’nin karlı doruklarını, eteklerindeki ormanları, Bled Gölü’nün zümrüt yeşili dingin sularını karşısında görünce insanın nutku tutuluyor.
Gölün içinde Slovenya’nın tekicik adası var. Tekneyle buraya gidip adada dolaşabiliyorsunuz. Slovenyalı çiftlerin, hatta komşu ülkelerden gelenlerin de evlenmek için seçtiği yer bu adacık, zira romantik atmosferi bir yana içinde bir de kilise bulunuyor. Kısacası başkentinden meşhur gölüne kadar Slovenya’nın köşe bucağı
Pek çok insan Malezya’nın cennet misali adaları olduğunu bilmez... Oysaki Redang ve Perhentian adalarının berrak denizi yüzmeye kıyamayacağınız kadar muhteşem...
Malumun ilanı olacak ama söze bu acı gerçekle başlamak zorundayım; Opera tutkunu bir millet değiliz pek! “Elimde şahane bir temsil için fazla bilet var, al git izle” deseniz bile onun bir opera bileti olduğunu öğrenen birçok kişi burun kıvıracaktır.
Opera sevgisinin ülkemizde geniş bir kitleye yayılamamış olmasının en temel nedeni sanıyorum sahne yetersizliği; opera binaları sadece büyük şehirlerle sınırlı. Ancak buna özel sektörün cesaret ve vizyon eksikliğini de eklemem gerekiyor mu? Kesinlikle!
Özellikle de Avusturya’daki Bregenz Festivali’nin opera sahnesini ziyaret edip, nefes kesici temsilleri konusunda bilgi sahibi olduktan sonra…
Yıllık bütçesi 20 milyon euro olan, Konstanz Gölü üzerinde kurulu devasa ve fantastik sahnesinde her yıl yaklaşık 200 bin izleyiciyi operayla buluşturan bir festival düşünün… Ve bunun 28 bin kişilik küçük bir Avusturya şehrine sağladığı turizm potansiyelini!
Yüzde 61’le festivale en fazla katılımcı komşu ülke Almanya’dan geliyor, yüzde 25 Avusturya’dan, yüzde 10 İsviçre ve yüzde 4 de farklı ülkelerden.
Sanatla teknolojinin buluşması
İki yılda bir değişen programla, ünlü bestecilerin nispeten az bilinen eserlerine yer veriyorlar. Ancak Bregenz Festivali’n
Ukrayna denince çoğumuzun aklına başkent Kiev gelir ve doğrusu şu an ülkenin doğusunda süregiden karmaşa ve çatışmalar… Ancak ben size ülkenin batısında, Polonya sınırına 70 km. yakınlıkta bulunan Lviv şehrini tanıtmak isterim. Burası Ukrayna’nın kültür başkenti olarak tanımlanıyor. Ülkenin mimari anıtlarının yüzde 50’si de bu şehirde bulunuyor; sloganı ‘Dünyaya Açık!’.
860 bin nüfuslu Lviv, yıl boyu 100’den fazla festivale ev sahipliği yapıyor ve 1 milyondan fazla turist ağırlıyor. En ünlü festivali haziranda düzenlenen klasik otomobiller yarışı Leopolis Grand Prix…
İlk olarak 1930’da gerçekleştirilmiş. Adını Lviv şehrinin Latince ismi Leopolis’ten alıyor. İki sene önce gittiğimde klasik arabaların sokaklarda arz-ı endam etmesiyle Lviv, tam bir şölen alanına dönüşmüştü. Yarıştan bir gün önce düzenlenen sergiyle araçları yakından görme fırsatınız oluyor. Şehrin ana caddesi Svobody’de yan yana dizilen arabaların önünde ilgili ilgisiz, bilgili bilgisiz herkes fotoğraflar çektiriyor. Grand Prix’ye katılacak araçların en az 25 yıllık, orijinal parçalara sahip ve göze hitap edecek kadar da güzel olmaları gerekiyor. Ayrıca burada Zaporojets, Trabant gibi eski Doğu Bloku
Bir dinazorla karşılaşmak gibiydi benim için! Neslinin tükendiğini sanırken bir anda karşımda zeplin duruyordu! Üstelik beni içine alıp göklere havalandıracaktı!
Her şey Türk Hava Yolları’nın basın davetiyle başladı… Almanya’nın Friedrichshafen hattının tanıtım gezisi için gelen programı incelediğimde içinde ‘Zeplinle uçuş’ maddesinin yer aldığını gördüm. Zeplin mi? Bir saniye, son zeplini 1937’de trajik Hindenburg faciasıyla tarihin derinliklerinde kaybetmemiş miydik? Günümüzde, dikkat çekici bir reklam panosu olarak kullanılan birkaç tanesinin varlığını duymuştum ama zeplinlerin yeniden hava taşımacılığı amacıyla üretildiğini, yolcu aldığı haberlerini atlamışım demek ki! Meğer göklerin narin devleri çaktırmadan geri dönmüş, hem de yeni teknolojiyle kuşanıp güçlenerek!
Zeplin havalanıyor
2 Temmuz 1900 günü Almanya’nın Friedrichshafen şehrinde tarihi bir an gerçekleşiyor! İki sene evvel çılgın kont Ferdinand von Zeppelin’in, Bodensee (Konstanz) Gölü üzerine inşa ettirdiği yüzer binadan, kocaman bir hava gemisi göğe yükseliyor. Kısa süreli çığlıklar ve kaçışmaların ardından, alkışlar geliyor. 128 m. uzunluğunda, 11 m. çapındaki ilk zeplin gökyüzünde süzülünce yeni bir dönem başlıyor
“Amadeus, Amadeus, Amadeus… Rock me Amadeus!” 27 Ocak 1756’da Avusturya’nın Salzburg şehrinde bir erkek çocuğu dünyaya geliyor. Ailesinin 7’nci çocuğu… Oğlunun da kendisi gibi müziğe yetenekli olduğunu fark eden babası ona müzik eğitimi veriyor. Böylece dünyanın gelmiş geçmiş en önemli müzik dehalarından biri burada yetişiyor…Wolfgang Amadeus Mozart!
Salzburg’un kaderi de Mozart’la değişiyor. ‘Saltz’ Almanca ‘tuz’ demek. Salzburg, ‘tuz kalesi’ anlamına geliyor. Şehir, adını geçim kaynağı tuzdan alıyor. Salzach Nehri de öyle...
35 yıllık kısacık ömrüne 626 eser sığdıran Mozart’ın şehrine olan ilgi çığ gibi büyüyor ve Salzburg ekmeğini turizmden, bilhassa da Mozart’tan kazanmaya başlıyor. Günümüzde her yer Mozart ürünleriyle dolu, tişörtler, çikolatalar, heykeller, kemanlar…
Mozart, yüzyıllar sonra Avusturyalı bir müzisyene bile büyük şans getiriyor. Falco, Mozart’ı anlatan ‘Rock Me Amadeus’ şarkısıyla 1986’da Amerika’daki müzik listelerinde bir numaraya yerleşiyor...
Gezen bilir...