Bazı yerler vardır; hem keşfedilmemiş güzelliklerini herkese öve öve anlatmak, hem de kimseyle paylaşmayıp tüm hazineyi kendinize saklamak istersiniz! Karadağ’ın Kotor Körfezi benim için işte öyle bir yer!
Karadağ’a ilk kez 2007 yılında, bağımsızlığını ilan ettikten bir yıl sonra, henüz global turizme yeni yeni kapılarını açarken gitmiştim. Görür görmez zamanla nasıl büyük ilgi göreceğini de tahmin etmiştim. Çünkü Karadağ, bin bir tonda yeşili, mavisi, dağları, gölleri, nehirleri, kanyonları, koyları, şelaleleri, mağaraları, şifalı su kaynakları ve daha nice güzelliğiyle, gözlerinizin önüne tabiat şöleni sunan bir ülke…
Çok değil, üç yıl sonra yolum bir cruise seyahatiyle yeniden Karadağ’a düştüğünde Avrupa ve Arap sosyetesinin lüks ötesi yatlarıyla ülkenin müthiş koylarını mesken tutmaya başladığına tanık oldum.Ve geçen yaz… En yakın arkadaşımla birlikte, araba kiraladık, Karadağ sahil şeridini baştan başa gezdik. Sahil şeridi 295 kilometre ve bunun 72 kilometrelik kısmını da şahane plajlar oluşturuyor.
Gece hayatı ve debdebeli eğlenceleriyle en meşhur şehri Budva olsa da benim için Karadağ demek Kotor ve Kotor Körfezi demek! Kotor’u dolaştıkça buranın niçin jet-setin
Son yıllarda Madeira denince akla Cristiano Ronaldo gelir! Adalılar onu hem seviyor, hem de onunla gurur duyuyorlar...
Tropikal bir adada tatil yapmak denince ‘hayallerinizin listesi’nde belki Madeira yoktur… Ama büyük ihtimal Madeira’nın ne kadar güzel bir yer olduğundan da haberiniz yoktur! Ben biraz aklınızı çelmek isterim…
Her ne kadar Portekiz’e bağlı olsa da Madeira adası Afrika’nın batısında, Fas’ın hizasında yer alan özerk bir takımada. Atlas Okyanusu’ndaki volkanik kökenli bu ada, farklı ve coşkun florasıyla özellikle doğaseverlerin kalbini ilk görüşte çalacak. Gözleriniz maviye ve yeşile doyacak.
Madeira, yumuşak iklimi, oksijeni bol havası, yılboyu güneş ışıklarıyla buluşan sahilleriyle 18.yy’ın ikinci yarısından itibaren Avrupa aristokrasisinin ve sanatçıların gözde tatil ve kaçış yerlerinden biri olagelmiş.
Son yıllarda Madeira denince akla Cristiano Ronaldo gelir! Real Madrid’in 7 numaralı forveti, dünyanın en iyi futbolcularından biri Ronaldo, 5 Şubat 1985’de başkent Funchal’da doğmuş.
Madeiralılar, hem adanın tanıtımına katkı sağlayan, hem de kökenlerini unutmayan Ronaldo’yla gurur duyuyor, onu çok seviyorlar. Adada hem heykeli var, hem de müzesi…
Portekiz’de sadece bir pastanede satılan ve tarifi beş kişi tarafından bilinen Belem turtasını tekrar yemek için Lizbon’a giden tursitler var!
Portekiz’in güzel başkenti Lizbon’da, Belem semtinde bulunan bir pastaneyi takdim etmek istiyorum size: Pastéis de Belém!
Dışarıdan bakınca çok da albenisi olan bir yer değil açıkçası, şanını bilmeseniz dikkatinizi çekmez önünden geçerken... Tabii bu söylediğim, soğuk kış günleri için geçerli! Turistin bol olduğu yaz günlerinde önündeki uzun kuyruğu fark etmemeniz mümkün değil...
1837’den beri hizmet veren Belem Pastanesi, sadece Lizbon veya Portekiz’de değil; lezzet düşkünleri ve seyahatseverler için dünyaca meşhur bir yer. Çünkü burada mucizevi lezzetteki Belem turtaları üretiliyor! Bu öyle bir turta ki, ünlü gurme dergileri tarafından sık sık ‘ölmeden önce tadılması gereken 20 lezzet’ listelerine alınıyor.
Tarifini beş kişi biliyor!
Öyle ki bir kez tadına bakan bir kez daha yiyebilmek için Lizbon’un yolunu tutuyor! Abartmıyorum, sadece yeniden Belem turtası yeme hayaliyle Lizbon’a gelmiş turistlerle tanıştım ben. “Tarif et biraz, nasıl bir şeymiş bu?” derseniz çıtır çıtır ince milföy hamuruyla yapılmış, kremalı bir
Bir oyuncak asla sadece oyuncak değildir çocuk için… Gerçek bir dosttur!
Portekiz’in başkenti Lizbon’da 185 yıllık bir hastaneyi ziyaret ediyorum. Göz nakli geçirenler, beyin ameliyatı olanlar, ses tellerindeki sorunu gidermek için sıra bekleyenler, plastik cerrahiden medet umanlar…
Her birinin kaydı yapılmış, hasta kartları doldurulmuş, yatak numaraları bile verilmiş. Sessizce sıralarını beklemekteler öylece; kimilerinin yüzünde endişeli bir bakış... Azıcık tutkal, gereken yere silikon, peluş ya da pamuk, boya ve cilayla iyileşecekler. Zira bu hastanenin sakinleri birilerinin hayatında ‘yeri doldurulamaz’ oyuncaklar!
Oyuncak Hastanesi
‘Hospital de Bonecas’ yani ‘Oyuncak Hastanesi’ Lizbon’un Figueira Meydanı’nda 7 numarada bulunuyor.
Şanghay, Çin’in en kalabalık, şehri... 1 milyon 350 milyonluk ülke nüfusunu düşününce, burada 24 milyon 150 bin kişinin yaşaması çok normal gibi görünüyor
“Sshin-Nyen Haoww!” yani “İyi Yıllar” sevgili dostlar! “Neredeyse şubatı bitirmek üzere olduğumuz bir günde bu yeni yıl kutlaması da neyin nesi?” demeyin... Çinliler’in kullandığı geleneksel 12 hayvanlı Ay Takvimi’ne göre, önceki gün yeni yıla girdik! At Yılı geride kaldı ve Keçi Yılı geldi. İnanışına göre, Keçi Yılı dünyaya ‘sakinlik, durgunluk ve kibarlık’ getirecek...
İnşallah öyle olur! Çin’in son 20 yıldaki mucizevi yükselişinin sembolü Şanghay şehrinden yeni döndüm. Burası başkent Pekin gibi Çin tarihine ışık tutan eserleri, mekanları görebileceğiniz bir yer değil. Göklere uzanan binaların, yumak gibi birbirine dolanmış yolların, arı kovanı gibi sürekli vızıldayan insan ve araç trafiğinin, devasa led ekranların ve ışıltıların şehri!
24 milyon kişi yaşıyor
Şanghay, Çin’in en kalabalık, dünyanın ise en kalabalık ilk üç şehri arasında. 1 milyar 350 milyonluk ülke nüfusunu düşününce burada 24 milyon 150 bin kişinin yaşaması normal.
“Anlatsam hayatım film olur!” deriz her birimiz yeri gelince… Bunu bir kez daha söylemeden evvel Nepalli küçük kız çocuklarının hikayesini okuyun derim
‘Yaşayan Tanrıça’ mertebesinden sıradan bir ölümlüye dönüşen hayatlarıyla Kumariler, dünyanın en sıra dışı öykülerine sahip insanlar arasında! 4 - 5 yaşlarında bir kız çocuğusunuz… Birileri gelip tek tek kaşınızı gözünüzü, dişinizi, teninizi dikkatle inceliyor ve ailenizin yanından alarak sizi büyük bir tapınakta, karanlık bir odada yalnız başınıza bırakıyor. Önünüzde korkunç maskelerle dans eden adamlar ve bir oda dolusu kesik hayvan başı var. Bu ortamda sükûnetinizi koruyabilirseniz; “İşte aradığımız o!” diyorlar ve ‘Yaşayan Tanrıça’ yani ‘Kumari’ ilan ediliyorsunuz!
O andan itibaren Katmandu’nun tarihi Durbar Meydanı’ndaki Kumari Ghar (Kumari Evi’nde) yaşamaya başlıyor, okula gitmiyor, sokağa çıkmıyor, evinizin avlusuna çıkıp oynamak istediğinizde bile yere ayak basamıyor, her yere rahiplerin kucağında taşınıyorsunuz… İşlerinizi yapan insanlarla dolu etrafınız. Dışarıya yılda 13 kere festivaller döneminde altın tahtta çıkıyorsunuz.
Herkes size tapıyor. Sizi Hint Tanrıçası Taleju’nun ete kemiğe bürünmüş hali
İşim gereği 110’a yakın ülke gezdim; nice sıra dışı inanca, geleneğe tanıklık ettim ama hiçbiri bana Nepal’dekiler kadar şaşırtıcı ve farklı gelmedi!
Öğrendiğim, gördüğüm, denk geldiğim her şey Nepal’in seyahatseverler için neden daima gizemli ve mistik bir ülke olduğunu doğrular nitelikteydi... Sadece başkent Katmandu’nun tapınaklarını gezmeniz bile bunlardan bir kısmını öğrenmeniz için yeterli.
Mesela size Nepalli küçük kızların 3 - 4 yaşlarındayken ‘Bel Bibaha’ töreniyle bir meyveyle evlendiklerini söylesem şaşırır mısınız? Veya 9 - 10 yaşlarında, ilk âdetlerini görmeden önce ‘Gufa’ töreniyle güneşle evlendiklerini? Kusursuzluklarını kanıtlayan 32 kritere sahip bazı kız çocuklarının ‘Kumari’ yani ‘Yaşayan Tanrıça’ kabul edildiğini? Sanki kurgusal bir dünyayı anlatan bir roman okuyormuş gibi hissediyor insan kendini tüm bunları öğrenirken ama hepsi gerçek!
Kast sistemi kuralları
Nepal, Hindistan, Sri Lanka ve bazı Afrika ülkelerinde uygulanan, çok acı bir sosyal yara olan kast sistemi de ayrı bir konu! İnsanlar burada dört ayrı sınıfa ayrılıyor ve özellikle kırsal kesimlerde maddi, manevi tüm ilişkiler aynı sınıftan insanlar arasında gerçekleşiyor sadece.
80’lerde çocuk olup guguklu saatleri hatırlayanlar Almanya’nın Kara Orman bölgesinde yer alan Triberg Kasabası’na giderek nostalji yapabilirler
80’lerde evlerde guguklu saatler vardı… Zincirinden çekip kurar, zaman geçtikçe kozalak şeklindeki iri demirlerinin aşağı doğru indiğine tanıklık ederdim. Saat başı küçücük kapısı açılır, oradan sevimli bir kuş çıkar, tatlı tatlı ötüp tekrar evine girerdi… Hayal gücüyle gerçeğin iç içe geçtiği çocuk dünyamda guguklu saatimiz, o oyuncak kuşun yuvasıydı. İçeride uyuduğunu ve böyle güzel bir evde yaşadığı için de çok mutlu olduğunu canlandırırdım gözümde. O nedenle çıkıp bize zamanı hatırlatırken hep neşeliydi işte zaten!
İnsanı büyüleyen bir yer
Yıllar sonra guguklu saatlerin memleketine gittiğimde yüzüme tebessüm konduran bir nostalji yaşamam bundandı… Dükkanlardaki envai çeşit guguklu saatin yelkovanını çevirip saat başına getirerek kuşları sırasıyla öttürmem beni etraftakilerin müstehzi bakışlarına maruz bıraksa da; çocukluğuma döndüğüm için doğrusu bedelini ödeyen bir andı o!
Almanya’nın mistik Schwarzwald (Kara Orman) bölgesindeki bir kasabada oluyor tüm bunlar, adı Triberg. Doğal güzellikleri ve oksijeni bol havasıyla