Malumun ilanı olacak ama söze bu acı gerçekle başlamak zorundayım; Opera tutkunu bir millet değiliz pek! “Elimde şahane bir temsil için fazla bilet var, al git izle” deseniz bile onun bir opera bileti olduğunu öğrenen birçok kişi burun kıvıracaktır.
Opera sevgisinin ülkemizde geniş bir kitleye yayılamamış olmasının en temel nedeni sanıyorum sahne yetersizliği; opera binaları sadece büyük şehirlerle sınırlı. Ancak buna özel sektörün cesaret ve vizyon eksikliğini de eklemem gerekiyor mu? Kesinlikle!
Özellikle de Avusturya’daki Bregenz Festivali’nin opera sahnesini ziyaret edip, nefes kesici temsilleri konusunda bilgi sahibi olduktan sonra…
Yıllık bütçesi 20 milyon euro olan, Konstanz Gölü üzerinde kurulu devasa ve fantastik sahnesinde her yıl yaklaşık 200 bin izleyiciyi operayla buluşturan bir festival düşünün… Ve bunun 28 bin kişilik küçük bir Avusturya şehrine sağladığı turizm potansiyelini!
Yüzde 61’le festivale en fazla katılımcı komşu ülke Almanya’dan geliyor, yüzde 25 Avusturya’dan, yüzde 10 İsviçre ve yüzde 4 de farklı ülkelerden.
Sanatla teknolojinin buluşması
İki yılda bir değişen programla, ünlü bestecilerin nispeten az bilinen eserlerine yer veriyorlar. Ancak Bregenz Festivali’ndeki operaları benzersiz kılan sanatla ileri teknolojiyi birleştiren sahne tasarımları. Her biri sürreal bir ortamda müthiş bir görsel şölen sunuyor!
Bir sene bakıyorsunuz gölün üzerinde devasa bir iskelet var, bir diğer sene paramparça bir ‘Özgürlük Heykeli’ veya kocaman mavi bir göz...
Bu yılsa Giacomo Puccini’nin bir Çin prensesinin hikayesini konu alan ‘Turandot’ eseri sahneleneceği için gölün üzerinde ‘Çin Seddi’ var ve göldeki Terracotta askerleri dramatik bir atmosfer oluşturuyor. Her türlü prodüksiyona gözü doymuş Hollywood yapımcılarının bile bu sahnenin büyüsüne kapılıp, James Bond’un bir sahnesini burada çektiklerini biliyor muydunuz? 2008’deki ‘Quantum Of Solace’da o yıl sahnelenen Tosca operasının olduğu önemli bir sahne var.
Kâr amacı güdülmüyor
Festivalle ilgili bence en çarpıcı iki detay ne biliyor musunuz?
Birincisi 1946’da yani II.Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen bir yıl sonra başlamış olması! Sanata yatırım yapılmış olması, hatta belki de sanatın insan ruhuna sunduğu aydınlığın iyileştirici gücüne inanmış olmaları. İkincisi de ‘kâr amacı gütmeyen bir kuruluş’ tarafından yapılıyor olması!
Sanattan gelen parayı yine sanat için harcıyorlar, her sene daha gösterişli bir sezon sunmak için… Bu kadarı şimdilik belki hayal bizim için ama en
azından ‘kâr amacı güden’ bile olsa özel bir kuruluş böylesi yenilikçi bir sahne ortamı ve şovuyla operayı, baleyi gelecek kuşaklarla tanıştıramaz mı?