Avrupa Birliği’nin (AB) terör örgütleri listesinde yer alan Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırıdan bu yana yaklaşık 4 hafta geride kaldı. Savaş devam ediyor. Ancak bu savaş, Avrupa’da yaşanan bazı ilginç, hatta tehlikeli diye adlandırılabilecek gelişmeleri de gölgelemiyor değil. Bilindiği üzere AB’ye üye ülkelerde geleneksel olarak aşırı sağ, yabancı düşmanı partiler, yasal veya yasadışı yollarla Avrupa ülkelerine girmiş olarak göçmenlerden ‘kurtulmak’ için, ırkçılık sınırını zorlayan, popülist söyleme dayalı korkunç vaatlerde ve açıklamalarda bulunuyorlar. Bunun örnekleri Fransa’da Ulusal Birlik Partisi (RN) lideri Marine Le Pen’in söyleminde veya kısa adı AfD olan Almanya için Alternatif veya Hollanda’daki Özgürlükler Partisi (PVV) mensuplarının açıklamalarında sıkça yer alıyor.
2008’de değişti
Yakın zamana kadar etkili olmayan bu söylem 2008’den, yani küresel mali krizin yaşandığı tarihten bu yana etkisini göstermeye başladı. Gelinen noktada Almanya’da iktidardaki koalisyon ortakları, yasadışı göçle mücadele alanında AfD ile neredeyse söylem birliğine gidiyorlar. Örneğin geçtiğimiz 22 Ekim’de Almanya’nın önde gelen haftalık dergisi Der Spiegel’e uzun bir demeç veren Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Almanya’nın ülkeye yasadışı yollarla girmiş olan kişileri ok hızında ‘deport’ yani sınır dışı etmeleri gerektiğini açıkladı. Sosyal demokrat bir siyasetçiden hiç beklenmedik bir açıklama. Aşırı sol politikacı ve milletvekili olan Sahra Wagenknecht ise ‘Almanya’da hiçbir mahallede Almanya doğumluların azınlık olmamaları gerekiyor’ diyerek, AfD’nin seçmen kitlesine açık bir şekilde göz kırptı. Die Linke partisinden ayrılarak kendi siyasi hareketini kuran Wagenknecht düzenlediği basın toplantısında parti programını sundu ve yasadışı göçle mücadelenin ilk öncelikleri arasında yer aldığını vurgulayarak, Almanya’daki siyasi gelenekleri adeta alt üst etti. Yetmedi, FDP olarak bilinen ve iktidar ortağı olan Liberal Parti üyesi, Kuzey Ren Westphalia eski başkan yardımcısı Joachim Stamp da Almanya’nın sınır dışı edilmeleri kolaylaştırmak için AB üyesi olmayan ülkelerle ‘nihai’ geri dönüş anlaşmaları konusunda ilerleme kaydetmesi gerektiğini söyledi.
Bir başka koalisyon ortağı olan Yeşiller Partisi Eş Başkanı Ricarda Lang ise hükümetin “daha fazla insanın gelmesini önlemek için” harekete geçmesi çağrısında bulundu. Almanya’da halen ana muhalefet partisi konumundaki Hristiyan Demokratlar (CDU) lideri Friedrich Merz ise başkent Berlin’in mahallelerinin yeterince Alman olmadığını savunarak, Almanya’nın yeni bir göç yasasına ihtiyaç duyduğunu açıkladı ve ekledi: Almanya’ya yeni göç edenlerin İsrail’e bağlılıklarını bildirmelerini talep etmemiz gerekiyor.
Almanya’nın siyasi ve idari yapısında akil adam rolünü üstlenen Sosyal Demokrat Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in konuya yönelik açıklamalarını da unutmamak gerekiyor. Zira İtalya’nın karşı karşıya kaldığı göç dalgası sonrası Roma’ya yapacağı resmi bir ziyaret öncesi İtalyan Corriera della Sera gazetesine bir demeç vererek, 2023’ün ilk yarısında 162 bin kişinin ülkeye iltica başvurusunda bulunması nedeniyle Almanya’nın “kırılma noktasında” olduğu uyarısında bulunmuştu. Almanya’da saygınlığı ile tanınan eski cumhurbaşkanı Joachim Gauck da 19 Eylül tarihinde Alman ZDF kanalına verdiği demeçte Olaf Scholz hükümetini ağır bir şekilde eleştirerek ‘sığınmacı sayısını azaltmak için daha radikal çözümler bulunması’ çağrısı yaptı. Oysa 2015 yılında dönemin başbakanı Hristiyan Demokrat Angela Merkel, ülkesine 1 milyon mültecinin geldiği dönemde şu meşhur cümlesiyle tüm dünyada ününe ün katmıştı: ‘Wir Schaffen Das’ yani ‘süreci yönetebiliriz’. Bu söylemiyle Alman halkını soğuk kanlılığa, sağduyuya çağırmıştı. Münih tren garına gelen mültecileri çiçeklerle karşılayan sarı saçlı mavi gözlü klişe Almanların televizyon, dergi ve gazetelerdeki görüntüleri de hala akıllarda.
Savaşlar körüklüyor
8 yıl sonra, 165 bin göçmenin ülkenin kapısını çalması sonucu, tüm siyasi değerleri alt üst olan Alman siyasi partilerinin, yasadışı göçle mücadele konusunda başka dönemlerden kalma ve AfD gibi pek de demokratik değerleri sahiplenmeyen partilerin kullandığı söylemleri benimsemiş olmaları dikkat çekici. Avrupa’da bu kaygı Fransa’nın yeni göç yasası tasarısı ile kademeli olarak artıyor. Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin çatışması gölgesinde yabancıdan korkan, içine kapanan ve seçmenine uzaya gitmeyi, Mars’ı keşfetmeyi, daha müreffeh bir geleceğe ulaşmayı vadedemeyen ‘çağdaş’ siyasi partiler, ağız birliğiyle tüm sorunların ve felaketin kaynağının yasadışı göçmenler olduğunu dile getiriyor; onları hızlı bir şekilde ve topyekün sınırdışı etmeleri halinde tüm sorunların çözüleceğini vadediyorlar. Yorum sizin…