Bir santimetre toprak ortalama 150 ile 350 yıl arasında oluşuyor.
Tarım yapmak için en az 60 santim toprak gerektiğini düşünecek olursak her tarla 20 bin yıllık bir birikim demek.
Türkiye’nin en önemli sektörü olan tarımda alarm zilleri çalıyor.
Bir süredir, yaşlanan çiftçi nüfusunu, küresel iklim değişikliğini, su sorununu, tarım girdilerindeki artışları konuşuyoruz.
Bunları konuşmak ya da alınan önlemler bizi açlıktan kurtarmayacak.
***
Eğer gıda arzı güvenliğini sağlamak istiyorsak ilk yapmamız gereken iş çiftçinin sosyal statüsünü geri vermek olmalı.
Manisa’da bir gencin, evlenebilmek için babasının sürüsünü bırakıp bir beyaz eşya fabrikasında asgari ücretle işe girdiğini yazmıştım.
Sosyal statü meselesinde hâlâ aynı noktadayız.
Tarım sektörünü korumak adına alınan bir sürü tedbir var.
Ziraat Bankası, büyük bir fedakârlığa katlanıyor ve kadın çiftçiler ile genç çiftçilere sübvansiyonlu krediler veriyor.
Devlet, küçük arazi parçacıklarının yol açtığı sorunun farkında, arazi birleştirmeleri için krediler veriliyor, harç ve vergi alınmıyor.
Fakat bu önlemler işin sadece bir ayağını oluşturuyor, sosyal boyut görmezden geliniyor.
Köylerde çocuklar için iyi eğitim olanağı yok, aksine köy okullarının sayısı ciddi oranda azaldı.
Köylerde, sağlık hizmetine ulaşım, en az iyi eğitime ulaşım kadar önemli.
Çoğumuzun aklına gelmeyen bir başka eksik, köylerde internete erişim.
Hem eğlence için hem de artık internete bağlı tarım araçları adına bu oldukça önemli bir mesele.
***
Bitti mi derseniz, bitmedi elbette.
Bilim ile tarımı mutlaka buluşturmamız lazım.
Türkiye’de Tarım Bakanlığı’nın ruhsatlandırdığı ve veterinerlik hizmetlerinde kullanılan 1.826 ilaç ve 505 aşı var.
Aşıların yüzde 75’i ithal, ilaçların yüzde 73’ü yerli ama hammadde olarak dışa bağımlıyız.
Devam edeyim, tarımda girdi maliyetlerinin yüzde 58’ini gübre oluşturuyor.
Bizde hektar başına gübre kullanımı 83 kilogramda kalıyor, bu rakam Bulgaristan’da 173, Fransa’da 295 ve İngiltere’de 368 kg.
Rakama çok takılmayın, gübre kullanımında asıl ihtiyacımız yine bilim ve yetişmiş eleman.
Yoksa aşırı azotlu gübre kullanımı domatesi çatlatır, dengesiz gübreleme şekil bozukluğuna yol açar.
Bilim ile tarım buluşunca ne olduğunu da yazayım:
2023 yılında büyükbaş hayvan sayımız yüzde 5,6 azaldı ama süt üretimimiz yüzde 4.7 arttı.
Bilim sayesinde doğru yem, doğru ırk, hastalıkla iyi mücadele sayesinde bu sonucu aldık.
Savunma sanayinde başardığımızı şimdi tarımda da başarmak zorundayız yoksa tarlaların boş kalması kaçınılmaz olacak.
***
Çiftçi bilgiye aç, hastalık ya da gelişim sorunlarına dair gruplarda fotoğraf paylaşıp, derdine çare arayanlar, bir yanda, aynı fotoğrafla ilgili onlarca farklı teşhis koyan, ilaç adı veren, tavsiyede bulunanlar diğer yanda.
İlçe tarım müdürlükleri, toprak analizi, yaprak analizi yapıyor, yem rasyosu dahil her konuda danışmanlık veriyor ama Facebook’ta yazıp derdimize çare aramak bize daha kolay geliyor.
Sadece çiftçiyi suçlayamam ama tarım liselerinde tahta başında çiftçilik öğretiyoruz, oysa burada eskiye dönmemiz ve çok ihtiyaç duyulan tarım tekniklerini yine TİGEM çiftliklerinde, arazide yetiştirmemiz şart.
***
Medya ve kamuoyu da tarım konusunda sıkıntılı bir zamandan geçiyor.
Basit bir örnek, yıllardır zeytin ağacı sayımızı tartışıyoruz ama ağaç başı verim düşüklüğünü hiç konuşmuyoruz.
Oysa aynı cins ağaçtan Yunanistan bizden 2 kat daha fazla verim alıyor.
Bugüne kadar tek yıllık bitkilerin düz, çok yıllık bitkilerin eğimli arazide yetiştirilmesi gerektiğine dair kaç haber okudunuz?..
Planlı üretime gelince, en bereketli Gediz Havzası’nda geçen sene tarlada kalan pamuk ve salçalık domatesin haberlerini yapmıştık, bu sene tüm havzaya buğday ekildi. Oysa 3 sene önce o bölgede pamuk üretiyorduk. Bu değişimden de şimdi haberiniz oldu değil mi?
Kimse kusura bakmasın, medyadan raflardaki tarım ürünlerinin fiyatlarını haber yapmasını bekleyenler, önce tarım haberlerini okuyup, izlemek konusunda hassasiyet göstermeli. Türkiye’de son 30 yılda ekilebilir bahçe büyüklüğünün ne kadar azaldığını bilen var mı?
Köy bakkallarında yumurta satıldığını manşet yapalı iki sene oluyor. Köyde kendi ihtiyacımız için bile tavuk beslemiyoruz.
Toprakları küçücük Hollanda, dünyadaki yumurta ihracatının yüzde 19’unu karşılıyor biz yüzde 7,43’lük orana sahibiz.
***
Gündem yanıyor, sen neyle uğraşıyorsun diyecekler mutlaka çıkacaktır.
Sokakta, ofiste, AVM’lerde siyaset ya da futbol adına birbirimizi yiyen halimiz karnımızı doyurmaya yetmeyecek maalesef.
Gıda arzı paranın belirleyici olmadığı bir alan.
Biz zeytinyağı ihracatını yasaklamıştık şimdi de limon yasaklandı.
Hindistan tüm dünyaya buğday ihracatını durdurmuştu. Rusya-Ukrayna savaşının tahıl fiyatlarına etkisi aklınızda mı?
Ya da küresel iklim değişikliği Balkanlar’dan ay-çiçek ithalatımız düştüğünde fiyatlar ne olmuştu, hatırlayan var mı?
Yakıcı gündemde, İsrail-Yunanistan-Rum Kesimi yakınlaşması ve elektrik kabloları üzerinden Türkiye’nin deniz yetki alanlarının tekrar test edileceği bir döneme giriyoruz. İsrail’in Suriye’de yapmak istedikleri bir başka tartışmanın konusu.
Güçlü bir ülke olmanın yolu her şart altında gıda arzı güvenliğinden geçiyor ve bu konuda tehlike çanları çalıyor.
Etkilerini sonra yazacağım ama cumartesi günü tarihimizde bir ilk yaşandı ve görevdeki 12 denizaltımız Çanakkale Boğazı’nda geçiş yaptı.
Laf olsun diye değil, Türkiye’nin gücünü göstermesi gereken bir zaman dilimindeyiz.
Türkiye’nin gücünün devamlılığını sağlamanın yolu da tarlalardan ve tarım nüfusunu arttırmaktan geçiyor.