Bu başlığın konusunu anlamlandırabilmek için önce dünyanın mevcut durumuna bakmak gerekiyor. Rusya-Ukrayna savaşının sonu hâlâ görünmüyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın Grönland, Kanada ve Avrupa’ya yönelik politikaları kaygı verici. Her geçen gün insanların endişeleri daha da artıyor. 20. yüzyılın başından kalma ekonomi politikalarıyla ülkesini adeta uçuruma sürükleyen Trump’ın en yakın dostu, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Avrupa’ya yönelik saldırgan söylemleri ve gizli emelleri, kıtadaki kaygıyı azaltmak bir yana, daha da körüklüyor.
Nitekim Rusya’nın olası bir saldırısı ihtimaline karşı savunma planları hazırlanması, tehdidin ciddiyetini gözler önüne seriyor ve kaygıları artırıyor. AB, olası krizlere karşı vatandaşlardan 72 saatlik bir hayatta kalma kiti hazırlamalarını istiyor. Bu kitin mizahi bir video ile tanıtılması bile toplumdaki anksiyeteyi artırıyor. Benzer şekilde, Fransa’nın “Poker Harekatı” adlı nükleer tatbikatı dikkat çekiyor. Her ne kadar rutin olsa da, Rafale tipi savaş uçağının altına yerleştirilmiş nükleer başlıklı füzenin görüntülenmesi hem büyük bir gövde gösterisi hem de nükleer ihtimalinin hafife alınmaması gerektiğine dair açık bir mesaj niteliğinde. Üstelik bu füze Hiroşima’ya atılan atom bombasının tam 15 katı gücünde.
Öte yandan, Avrupa’daki aşırı sol ve aşırı sağ partiler ile onlara yakın medya kuruluşları, savunma alanındaki gelişmeleri destekleyen Avrupa liderlerini “savaş çığırtkanlığı yapan silah tüccarları” olarak yaftalamaya başladı. Fransız gazetesi L’Humanité’nin manşetine bakmak bile bu gerilim politikasının bir başka boyutunu görmek için yeterli.
Avrupa’da kamuoyu, sürekli bir haber bombardımanına maruz kalıyor ve bu haberlerin büyük bir kısmı kaygı uyandıran içeriklerden oluşuyor. Felaket tellallığı ile bilgi, kesintisiz bir kriz ve adaletsizlik döngüsüne dönüşüyor. Günümüz insanı, hiper bağlantılı ve her konuda sonsuz bir tutkuya sahip hâle gelirken, bu durum duygusal yorgunluğa yol açıyor. Bu yorgunluk karşısında doğal bir refleks olarak “kaçışçılık” gelişiyor. Ancak bu, insanların dünyaya olan ilgisini kaybetmesine neden olmuyor. Aksine, sürekli haber bombardımanına maruz kalan bireyler, siyasetin artık sadece fikirlerin tartışıldığı bir alan olmaktan çıktığını, her fikrin yargılandığı ve saldırıya uğradığı dijital bir savaş alanına dönüştüğünü düşünüyor.
Bu gergin ortamdan kaçmak isteyen birçok kişi enerjisini başka alanlara yönlendiriyor: Paralel evrenler (oyunlar, diziler, fan fiction), kısa ve bağımlılık yaratan formatlar (TikTok, Reels) veya yüzleşme gerektirmeyen aktiviteler (okuma, şehir bahçeciliği vb.). Bu kaçış ihtiyacı, aynı zamanda zihinsel sağlığı koruma ve üzerimizdeki kontrolü yeniden kazanma isteğinin bir yansıması.
Nostalji ve güvenli bölgeler
Kaçışçılığın en dikkat çekici yönlerinden biri, geçmişe duyulan özlem. ‘Vintage’ akımı, 2000’lerin yeniden canlanması, geçmiş on yılların hit şarkılarını içeren ‘kronolojik’ gecelerinin popülerliği... Daha basit ve kaygısız olduğu düşünülen eski dönemlere duyulan ilgi, insanların rahatlık arayışını yansıtıyor. Kriz içindeki bir dünyada, hayali anılara sığınmak bir tür rahatlama sağlıyor. Bu durum, kuralların net olduğu ve herkesin kendini güvende hissettiği kurgusal evrenlere duyulan ilgiyi de açıklıyor.
Bu bağlamda, ‘hurkle-durkling’ de bir kaçış biçimi. Eğer bu sabah yorganın altında biraz daha vakit geçirdiyseniz, kozanızdan çıkmadan çarşafların keyfini sürdüyseniz, tebrikler: Hurkle-durkling yaptınız! İskoçya kökenli bu kelime, “resmi” uyanma saatinden çok sonra yatakta kalma sanatını tanımlıyor. “Kalk, parlak ol ve işe git!” baskısına karşı nazik bir başkaldırı niteliğinde.
TikTok’un popüler hâle getirdiği bu terimi ilk olarak oyuncu Kira Kosarin “günün kelimesi” olarak paylaşmıştı. Bir İskoç kadın ise hurkle-durkling’i şöyle özetliyor: “Bu tembellik değil, atalarımızdan kalma bir geçiş ritüeli!” Bu durumu tükenmişlik sendromu ile karıştırmamak gerek, çünkü hurkle-durkling, iyi niyetli bir duyusal deneyim. Bir sabah keyif molası; uzun süreli ilgisizliğe kaymadan, bilinçli olarak kendinizi akışa bırakabileceğiniz nazik bir ara... Biraz Danimarka’daki ‘hygge’ kavramına benziyor ama battaniyenin altında.
Bilim de bu uygulamanın faydalı olduğunu doğruluyor. Araştırmalar, haftanın birkaç günü biraz daha fazla uyumanın, özellikle hafta boyunca yeterince uyuyamayan kişilerde kalp krizi veya felç riskini %63 oranında azalttığını gösteriyor.
Kaçışçılık yeni bir olgu değil. Kitap okumak, film izlemek ya da seyahate çıkmak her zaman rutinden kaçmanın yolları olmuştur. Ancak günümüzde, geçici bir kaçış ile uzun vadeli kopukluk arasındaki sınır giderek bulanıklaşıyor.