Efendim bazı gazeteler geçen hafta bir tartışma başlattılar, "Yalan Dünya’ya hayır" diye. Aslında bu tartışmayı önce İsmail Türüt "Tarabya’da uşaklar , Etiler’de yumuşaklar" diyerek başlatmıştı ama yeterince entelektüel bulmadığımdan katılmamıştım...
Oysa kısa süren bekarlık döneminde Etiler ve Ortaköy’de oturmuş ve bu yalan dünyayı tanımak bahtsızlığına erişmiş, fakat iki ave mariya duası ve üç kuluvallah okuyarak tövbe etmiş birisi olarak size bu dünyayı aktarmak istiyorum efendim.
Yalan dünyanın ekvatoru Etiler’dir.
Yazları ise yalan dünya yörüngesinden çıkıp Ortaköy-Bodrum civarında seyreder.
Bu bölgelerde ikamet eden ve sonunda mutlaka "Li" ve "Lu" eki olan meyhaneler bu işlerin merkez üssüdür. (Ör: Dedili meyhane, Kodulu meyhane, Çilli meyhane, Zilli meyhane vs.)
Pavyondan bozma mekanlarda açılan bu "şeyli meyhaneler"de ise mutlaka kötü şarkı söyleyen bir homoseksüel şarkıcı olması geleneği, kurban bayramı kadar sağlam ve kutsal bir geleneğimizdir.
Üzerine şeffaf elbiseler giyen ve büyük bir kısmı Semra Özal’ın yakın dostu olan bu şarkıcılar gece boyunca piyasada hit olmuş Türkçe şarkıları öyle kötü, öyle kötü söylerler ki Sabancı Holding’in başlangıç sermayesi kadar tutan hesabı ödeyip dışarı çıktığınızda bile mutlu olursunuz.
Masa üzerinde tepinen kızlar arasından sakatlanmadan çıkmak ise beceri ister.
Yeri gelmişken, birçoğu "amatör fahişe" olarak mekanı şereflendiren bu kızların, masaların üzerinde oynama eğilimini de anlayabilmiş değilim.
Kış günü illa ki askılı ve bellerine kadar açık o giysilerle donmadan ve hipotermi yaşamadan oraya nasıl geldiklerini anlayamadığım bu kızlar, ilerleyen saatlerde kötü sesli homoseksüel şarkıcı "Karşıma bir daha çıkma sakın" şarkısını Serdar Ortaç’tan bile kötü söylerken mutlaka masaların üzerine çıkıp ellerini dirseklerinden kırar ve kahyaların gel gel işaretine benzer bir hareket yaparak oynarlar.
Çoğunlukla babalarının kara paralarını, masalarda oynayan karabiberlerle yemek üzere orada bulunan erkeklerin görevi ise ortamı kesmek ve yanlarındaki kıza ters bir hareket yapanla kavga çıkartmaktır.
Yalan dünyanın sahiplerinde amaç içeri gireni mümkün olduğunca sövüşlemektir.
Pavyon geleneğinden gelme eğlence sektörümüz bir şişe biraya 20 milyon lira alma konusunda uzmandır.
(Ör: Bilmemne Latino bar)
Bu rakam garsoniye, teypten müzik parası, kuver, ayakbastı parası, kıl ve tüy denerek öyle bir şişirilir ki siz "Yandım Allah" deyip kendinizi dışarı atana kadar asgari ücretli bir işçinin iki yıllık gelirini garsonun uzattığı deri hesap cüzdanı içine bırakırsınız.
Dışarı çıkıp kurtulduğunuzu sanıyorsanız aldanıyorsunuz.
Arabanızı getiren kahya eline tutuşturduğunuz hiçbir bahşişi beğenmez. Hatta bahşiş olarak arabanın anahtarlarını tutuştursanız bile yüzünü ekşitir.
Çünkü bu kahyalardan birisi, diğerlerini "Avrupa’da arabayı park edenler, verilen bir tek bahşişle ev alabiliyormuş" diyerek işlettiğinden, hepsi her arabadan bir daire parası bekler haklı olarak. Bu yüzden "Üstümde yeteri kadar bozuk para yok koçum. Al şu 25 milyon lirayı, hakkını helal et" derseniz bile haklarını helal etmezler.
Yalan dünyanın gerçek müşterileri zenginler değil, zengin gibi yaşamak isteyenlerdir aslında. Varoşların babadan artan parayı yiyen altı arabalı esnaf takımı ve mahallenin en güzel kasiyer kızlarının bir gecelik Sinderella olma öyküsüdür Yalan Dünya.
Fakat gelenler öyle bir hesap öderler ki bir daha aynı mekana gitmemeye yemin ederler.
Bar ve meyhane sahipleri de bunu bildiklerinden iki ayda bir mekanın ismini değiştirirler.
Şey bar, Ney bar olur, bir ay önce aynı mekanda söğüşlenen salatalık da mekan sahiplerinin değişmediğinin farkına bile varmadan aynı ağın içine tekrar düşer.
Yalan bu dünya, döneeeer durur...
Aftan yararlanılacak. Peygamberler aftan yararlanamaz diye bir ayet yok nasıl olsa...
Türkiye’ye döner dönmez çarpılacak insanların listesi yapılacak: Mehmet Ali Ağca, Reha Muhtar, Recai Kutan...
Türkiye’ye gelmeden önce eyalet hastanesine başvurulacak ve deli değildir raporu alınacak.
Başka bir hastane denenecek.
Başka bir hastane daha denenecek...
İstanbul’un dışında yaşadığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Yumurtaydı, süttü, her şeyi hem daha ucuz hem de üreticisinden alma şansına sahibim. İşte buyrun... Pazar sabahı kapıma gelen ve evimdeki web-cam’a takılan şu sütçüye bir bakın.
İçme de yanında yat maaşallah...
Bayramda kimsenin yaşamadığı, Allah’ın ovasında yokuş aşağı giderken 107 kilometre hızla gidiyorum diye ceza yedim. Evet 150 veya 160 kilometre değil. 200 kilometre hiç değil. Sadece 107 kilometre hız için yedim cezayı. Bu arada o bölgede hız sınırının 100 kilometre olduğunu ve 7 kilometre fazlam olduğunu da belirteyim.
Hayatında hiç kaza yapmamış, hiçbir kazaya karışmamış, alkollü araç kullanmamış, çok süratli araba kullanmayı sevmeyen bendeniz bile her yolculuğumda bu radar tuzaklarına bir kere yakalanırım. Çünkü adı üstünde, bunlar sizlerden para almak için konulmuş "tuzakölardır.
Kazaların asıl oluştuğu hatalı sollama bölgelerinde, şehir caddelerinde hiç trafik polisi bulunmazken bu radar tuzaklarında biriken polis kalabalığı "Görevimizi yapıyoruz" diye gelene gidene ceza keser ama 200 kişinin ölmesine engel olamazlar.
Çünkü Türkiye’de yasayı yapanların ve uygulayan trafik polislerinin amacı kazaları önlemek, insan hayatını korumak değil; Maliye Bakanlığı için gereken parayı toplamaktır...
İşte size en güzel örnek.
Bir kişi ehliyetsiz araba kullanırsa cezası 50 milyondur.
Yani hiç direksiyon başına geçmemiş, gazın ve frenin yerini bilmeyen, karşısına bir yaya çıktığında ne yapacağından habersiz birinin ödeyeceği para 50 milyon TL. cezadır.
Peki aynı kişi arabasındaki trafik sigortasında eksiklik varsa, yani zeyilname yaptırmamışsa kaç para öder biliyor musunuz?
850 milyon Türk Lirası.
Böyle başa böyle tarak...
Bu radar uygulamasını şikayet etmek için telefon açtığım Muğla Emniyet Müdürü "Biz yasaları uyguluyoruz" diye kendini savundu.
Ona bakarsanız bu ülkede balkona çamaşır asmak da yasak.
Uygulasanıza...