Göbek Dede’nin kabrine gidip iki göbek attıktan ve tövbekar olduktan beri gece hayatından elimi eteğimi çektiğim için, sosyal aktivite boşluğunu film galalarına giderek sağlıyorum bu aralar.
Son günlerde adını çok sık duyduğunuz üç galaya gittim : "Hemşo", "Vizontele" ve "Komser Şekspir."
Bu arada galalara ha doğurdu ha doğuracak eşimle birlikte gittiğimizden, çocuk hangi galada doğacak diye pek bir sıkıntı çektik. Öyle ya eğer çocuk galada doğarsa adını o filme uygun koymak lazımdı.
"Komser Şekspiröde doğarsa sorun yoktu.
Adını Şekspir koyarız olur biter diyorduk.
Tiyatrocu anneyle, yazar baba özenmişler de koymuşlar derdi ahali en fazla.
Üstelik Şekspir de "kuduz aşısını bulmuş" olan kıymetli bir zat-ı muhterem...
Ama ya çocuk Hemşo filminde doğsaydı n’apardık?
Düşünsenize zavallı kızın, minik yavrucağın durumunu.
Hem bacakları babasına (bana) benzeyecekti hem de adı Hemşo olacaktı...
Vizontele adından ise hiç söz etmek istemiyorum. Vizon koysan bir türlü, tele koysan başka türlü. Üstelik çocuk kız... Daha doğar doğmaz kızı tele-kızım, diye çağırmanın alemi yok. Gelelim galalara.
***
Hemşo’nun Çemberlitaş Şafak Sineması’nda yapıldı galası.
Biz de o saatler sakin olur diye film başlayana kadar Çemberlitaş Muhallebicisi’nde oturalım, iki salep içip öyle gireriz salona diye düşündük.
Düşündüğüm gibiydi ve kimse yoktu mahallebicide.
Az sonra, önce uğultusu geldi deprem misali, sonra bir kalabalık göründü kapıda, daha sonra da ışıklar.
İçeri Mehmet Ali, Demet, Özlem ve Okan girdi. Arkasından da İstanbul’un fethinde bile bu kadar kalabalığı bir arada görmediğim bir kamera ve foto muhabiri ordusu.
Bu arada dışarıda kalan muhabirlerin "bizi de içeri alın" yönündeki feryatları gerçekten iç paralayıcıydı.
Orta masaları devirip kendilerine yer açtıktan ve masaların üstünde yirmi dakikaya yakın tepindikten sonra röportajları bitti ve Mehmet Ali arka kapıdan, basın ordusu ön kapıdan muhallebiciyi terketti.
Kurulduğundan bu yana böyle bir kalabalık görmeyen muhallebici, basın salonu terkettikten sonra şiddetli kasırganın ardından kendisini toparlamaya çalışan Orta Amerika kasabalarına dönmüştü.
Amatör aşıklık dönemimin mecburi hizmetini yaptığım Çemberlitaş Muhallebicisi (bu da başka bir yazı konusu) eski haline dönünce kalktık kasaya gittik. Ağlıyordu kasadaki adam.
"İki salep" dedim.
"Salebi boşver abi. Kaç masa ve sandalye kırdınız, onu söyleyin" dedi gözleri yaşlı...
***
Vizontele ise galasını "Kahpe Bizans"ın galasını yaptığımız Lütfi Kırdar’da gerçekleştirdi.
Tahmin ettiğim gibiydi ortalık. Semra Özal’dan Fatih Ürek’e kadar bütün vip şahsiyetler ordaydı. Bir de "Filmi görelim de öyle beğenmeyelim" diye gelmiş "meslektaşlar" ordusu...
Benim yanıma ise çekilen kura sonucunda Sivaslı Sindi düştü.
Yan yana fotoğrafımızı alırlar diye eşime yapışsam da bir-iki kareden kurtaramadım kendimi. Hakkarili Yılmaz’ın filmini Sivaslı Sindi ile birlikte seyretme dedikodusunu kaldıracak yaşları çok gerilerde bıraktım çünkü.
Galadaki izdiham o kadar fazlaydı ki komşu illerde birkaç sinema salonu açılmasına rağmen bir sürü insan açıkta kaldı. Bunda ellerinde kamera ile filmi kaydetmeye gelen korsan VCD’cilerin sayısı da önemli rol oynamış olsa gerek. (Korsan VCD alanın elleri kırılsın inşallah)
***
Aynı kalabalık Komser Şekspir’in galasında da vardı sanırım.
Yeğenim arkadan uzun saçlı birini gösterip "Mustafa Altıoklar mı bu?" diye sordu.
Adama baktım, saçları çok temiz ve bakımlıydı. "Hayır" dedim...
Sinemaya biraz geç gittiğimizden galanın asıl yapıldığı salonda değil Fitaş’ın başka bir salonunda izledik filmi. Fakat hasetimden çatladım elbet. Kimbilir gala salonunda neler oluyordur şimdi, acaba Kadir Abi birini sıkıştırmış, motive ediyor mudur, diye düşünmekten filmi izleyemedim.
Oysa film güzel bir filme benziyordu.
Özellikle Selahattin Duman Abi oynadığı yavru ceylan (maral) rolünde çok başarılıydı.
Adeta kendisini oynamıştı.
Bu arada Kadir Abi’nin motive ettiği şahıslara maralım adını takması sadece kötü bir rastlantıdan ibaretti sanırım.
Filmi yanımdakiler o kadar çok beğendiler ki çıkarken Sinan Çetin’e "Sen mi çektin oğlum bu filmi?" demekten kendimi alamadım...
Son söz: Türk sinemasının her üç filminin de ulaştığı seyirci başarısı göğsümü kabarttı.
Gene de Kahpe Bizans’ı geçip kafamı bozmasalar onlar için daha hayırlı olur...
Seven Eleven mağazalarının kapısında neden kilit olur ki? Bunlar 24 saat açık değil mi yahu?
Rıza Silahlıpoda silahına ruhsat alırsa soyadı Rıza Ruhsatlısilahlıpoda mı olacak?
İki delinin evliliği mantık evliliği sayılabilir mi?
Seksi Nokia ile anlatmak gerekirse (Connecting people: Halkın iletişimi)
Seksi Nike ile anlatmak gerekirse (Just do it: Şimdi tam zamanı)
Seksi Pepsi ile anlatmak gerekirse (Ask for more: Daha fazlasını iste)
Seksi Samsung ile anlatmak gerekirse (Everyone is invited: Herkes davetlidir)
Seksi Philips ile anlatmak gerekirse (Let’s make things better: Haydi daha iyisini yapalım)
Seksi Tadelle ile anlatmak gerekirse (Türkiye bu tadı seviyor)
Seksi Rejoice ile anlatmak gerekirse (Yıka ve çık)
Geçtiğimiz gün Almanya’dan teyzem Fatnur geldi. Zayıflama bisikletini tersine çevirdiği için istenmeyen kilolara sahip olduğundan çok dertliydi ve yanında getirdiği zayıflama yatağı sayesinde bu kilolarından kurtulacağına inanıyordu. Hadi bakalım Fatnur Teyze... Yıldız Tilbe kadar incelmene şunun şurasında kaç yüz kilo kaldı ki?..