Güneş böğrüne iki odun daha atıp, önce kendini sonra bizi ısıtırdı.
Sultanahmet Meydanı’na yaz gelirdi önce, sonra da turistler.
Gırgır dergisindeki mecburi hizmetimizi yaşarken en çok yazın gelişine sevinirdik.
Duraklarda üşümeden eve gittiğimiz için değil.
Terör azaldığı, kardeş kardeşi daha az gırtlakladığı için de değildi sevincimiz.
Gırgır’ın yanındaki otele turistler gelirdi.
Daha coğrafi anlatmak gerekirse, Gırgır ve Günaydın’ın bulunduğu caddede bir otel vardı adını unuttuğum. Bu otelin Gırgır dergisinin çalıştığı binaya mesafesi ise ancak kağıt taşıyan kamyonların gireceği kadar bir mesafeydi; yani üç metre kadar.
İşte; üç metre mesafeden, Avrupa’yı yakından görmemiz mümkün oluyordu.
Çünkü yıkana yıkana çeken otel perdelerinin pencerenin tamamını örtmesi mümkün olmuyordu genellikle. Ve aradaki görüntü renkli Türkçe ve sinemaskoptu.
Bir odada 40 kişi çalıştığımızdan, pencere yanında oturanları şanslı addediyorduk.
İlk ihbar da onlardan geliyordu zaten.
‘Koşun lan film başlıyor...’
Ve sonra ışıklar kapatılıyor, pencere önünde biriken iştahlı gözlere gece suaresi başlıyordu.
Kimi zaman mayoyla dolaşan bir kadının hikayesi, ertesi gün mevcut bulunmayanlara ‘Abi dün bi zenciyle bi İsveç’li acayip iş tuttular. Saat üçe kadar eve gidemedik’ diye anlatıldığından, pencere önlerinde akşam saatlerinde yer bulmak pek mümkün olmazdı.
Derginin ombudsmanı İsmet abinin ‘Lan oğlum Oğuz Abi şimdi odaya girer karanlıkta sizi öyle pencereye yığılmış görürse hepimizi kovar’ şeklindeki uyarılarına karşı iştahı kabarmış bedenlerin tepkisi hep aynı oluyordu.
‘Boşversene İsmet abi , gel sen de bak ya!..’
İsmet abi bir iki nazlanır, sonra o da karanlıktaki koroya katılırdı.
‘Yok oğlum bu karı İsveçli değil Fransız. Onların ayak bilekleri ince olur’...
***
Bir süre sonra ya otelci farkına varıp turistleri uyardı ya da biz eşekliğin dozunu kaçırdık.
Turistler perdelerini sıkı sıkıya kapatmaya başladılar.
Bu kez de turistlerin pencerelerini ‘şok tedavi yöntemi’ ile açma çalışmaları başladı dergide.
‘Silgi atma’ bunun en klasik yöntemiydi.
Silginin cama vurmasıyla ne olduğunu merak eden misafirlerimiz pencereyi açıyor ama karşıda ışıklar tamamen söndürüldüğü için kendilerini dikizleyen mahşeri kalabalıktan habersiz aşağıya, sağa sola bakıp tekrar kapatıyorlardı perdelerini.
İşte bu beş saniyede ne görebilirsek görüyorduk ertesi gün gelenlere bir saat anlatılacak...
‘Abi adam pencereyi açtı; bir baktık arkadaki kadının elinde bir kamçı var. Kadın tamamen çıplak yani... Bu sırada içeri bir erkek daha girmez mi?!..’
‘Atma lan! Hasan az önce içeri erkek değil kadın girdi diye anlatıyordu yan odada..’
‘Bana da Nuri, ‘Üç erkek ve dört kadın vardı’ dedi..’
***
Tekin abi, Nuri ve İlban otele bakan odada çalışıyorlardı o sıralar.
Dünyanın en iyi ama en otoriter insanı Tekin abi hepsinin amiri aslında ama gene bir perde açma operasyonunda kanka olmuş odadakilerle.
Pencereyi açtırtma yönünde fırlatılan bir iki silgi zayi olunca, Tekin abi gaza gelip elindeki elmanın yarısını atmak üzere hazırlık yaparken aniden kapı açılmış ve Tekin abinin sevgili eşi odaya girivermiş karanlığın ortasında.
Tekin abi pencere önünde ve elma elinde yakalanınca cennetten atılacak Adem gibi panige kapılmış önce fakat çabuk toparlanıp hiç bozuntuya vermeden sallamış elmayı Nuri’nin kafasına...
‘Nuriii al, elma ye oğlum... Küt!’
İşte mutluluk çubuğu, perdelerin Berlin Duvarı gibi görüşe engel olduğu bu sıralar icadedildi Gırgır dergisinde.
Türkiye’nin en iyi portre çizerlerinden biri olan arkadaşım Ertan Tank (15 yıldır bitkisel hayattaydı. İnşallah hala yaşıyordur) bir teleskobik sopa yapmıştı kartonlardan.
Koni şeklindeki karton büküldükçe uzuyor iki metreye erişiyordu.
Pencereden de biz sarktık mı ediyordu size üç metre.
Yaz geceleri, oteldeki odaların kapalı perdelerini açıyorduk bu uzun çubukla.
İstanbul uyurken, turistler farketmeden...
Biri sizi gözetliyordu o yıllarda.
Üstelik araya reklam almadan...
Sultanahmet Meydanı’na yaz gelirdi önce, sonra turistler.
Biz eve gidemezdik geceleri...
Fiorentinalı taraftarlar Fatih Terim’le kapışıp istifasına neden olan kulüp başkanı Cecchi Gori’nin heykelini Fiorintena stadına diktiler.
Cecchi Gori heykeli özel tesisatı sayesinde iki saatte bir stada pisliyor...