1918 yılında başlayan, 1962-1990 yılları arası 27 yılı hapiste, ufak bir odada geçen bir ömür.
İnancın, ahlakın, vicdanın, direnmenin, iradenin, vicdansızlığa ve adaletsizliğe karşı mücadelesini ve başarısını içeren bir ömür.
Afrika’nın bir köyünde başlayıp, tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği bir dünya liderliğine uzanmış bir ömür.
Dünyanın güçlü lideri ABD Başkanı Obama’nın, “Görebileceğimiz en etkili, cesur ve iyi insanını kaybettik” diye nitelediği bir ömür.
Kazandığı anda, intikam almak yerine, kendisine ve halkına acı çektirenlere hoşgörüyle yaklaşmış ve uzlaşmayı tercih etmiş bir ömür.
En güçlü olduğu anda, iktidarı bırakma erdemini göstermiş bir ömür. Büyük insan Nelson Mandela’dan bahsediyoruz.
Bu büyük insanı, yarın, doğduğu köyde uğurlayacağız; barışın, adaletin, vicdanın ve hoşgörünün simgesi olarak adını tarihe yazdırmış bir dünya lideri olarak. Mandela isminin ne kadar önemli olduğunu, Kanada’da doktora yaparken, 1980’lerin sonlarında anlamıştım.
Afrikalı arkadaşlarımla, Güney Afrika’daki “Apartheid” (Irkçı) rejimine karşı yapılan gösterilere katılıyor ve “insan güvenliği” kavramı üzerine düşünüyor, okuyordum.
Siyahlara karşı “ırk ayrımcılığı” anlamına gelen Güney Afrika Apartheid rejimine karşı mücadele, büyük insan trajedilerine yol açmıştı. İnsanlar öldürülüyor, işkence ediliyor, dışlanıyordu. Kabul edilemez bir devlet şiddeti altında yaşıyorlardı. Bu süreçte, Mandela, 27 yılını hapiste geçirmişti.
Yılmadı, mücadele edildi.
Mandela’nın, hapisteki iradesi ve vicdanlı söylemiyle, şiddet gören insanların geri adım atmayan mücadelesinin birleşmesi, ırkçılığa karşı mücadeleyi küresel ölçeğe taşımıştı.
Apartheid’a karşı katıldığım gösterilerde, 1980 Darbesi ve öldürülen, hapse atılan, işkence gören arkadaşlarım, insanlar gözümün önüne gelirdi.
Afrikalı arkadaşlarım 1980 darbesinden ve insanlara yapılan eziyetten haberdardılar.
“Bizim yaşadıklarımız daha da kötü” diyorlardı.
Onları dinledikçe ve okudukça, hak veriyordum.
1990’da, Güney Afrika Başkanı Willem de Klerk, Apartheid’ın biteceğini açıkladı.
Mandela serbest kaldı.
1994’te yapılan ve “çok-ırklı” olarak nitelenen seçimleri Mandela başkanlığında Afrika Ulusal Kongresi’nin kazanmasıyla da Apartheid, ırk ayrımcılığı, resmen bitti.
Mandela, ırkçılığa karşı mücadelesiyle, “insan güvenliği” kavramını Uluslararası İlişkiler Kuramı’na soktu; eğer, devlet egemenliği, güvenlik adına, ırkçı Apartheid rejimi gibi, kendi halkına karşı şiddet ve dışlamaya dönük ayrımcılık uygularsa, meşru olur mu?
İnsan güvenliğini ihlal eden devlet güvenliği anlayışı ve bu anlayış üzerine kurulmuş devlet egemenliği meşru mudur?
Mandela, bu soruya “Hayır” yanıtı vermek olasılığını yarattı. Devlet güvenliği ve devlet egemenliğini birincil gören hakim Uluslararası İlişkiler Kuramı’nın sorgulamasında, Mandela, insan güvenliği anlayışıyla, çok önemli bir açılımı ortaya koydu.
Mandela’dan, Gandi’den olduğu gibi, çok etkilenmiştim. Uluslararası ilişkilere ve siyasete bakışım, Mandela’yı öğrenmekle değişmişti. Mandela, ufak bir köyden başlayıp dünya liderliğine uzanan yaşamıyla; “adalet, vicdan, hoşgörü ve insan güvenliğini ön plana çıkartan siyaset felsefesi”yle ve dünya liderlerini kendi evine getiren küresel ölçekteki saygınlığıyla, büyük bir başarıya imza attı. Ve, “ötekinin, dışlananın, başarı ve vicdani yüzü” oldu. Bu yüzüyle de tarihe geçti.
Toprağı bol olsun.